17 Kasım 2010 Çarşamba

Tarihten Fıkralar - 3

Evdeki yangın

Eserleri bugün bile ilim alemince kaynak alınmakta olan büyük Türk alimi Katip Çelebi bir gün evindeki kütüphanesinde eserlerinden birini yazmakla meşgulken hizmetçisi kapısını açıp feryada başlamış:
- Aman Efendi Hazretleri, evde yangın çıktı, imdat!
Çelebi hiç istifini bozmamış, gayet sakin bir eda ile şöyle cevap vermiş:
- Git hanıma haber ver, bilirsin ki ben ev işlerine karışmam! Böyle şeylerde yetki onundur!


Atılan Taşlar İşe Yaramış

Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, açık sözlü bir yöneticiydi. Bazı fesat kişiler, yaptığı her işi olur olmaz eleştirir, aleyhinde türlü türlü sözler söyler, dedikodular yaparlardı. İstanbul sokaklarını yer yer kaldırımlarla döşemesi de bir aralık düşmanlarına dedikodu malzemesi olmuştu. Bir gün devlet adamlarından biri, bu kaldırımların nasıl ve ne ile yapıldığını kendisine sordu. Paşa'nın cevabı kısa ve anlamlıydı:

- Bize atılan taşlardan yapıldı!..


Martaval

Eski Maarif Nazırı Münif Paşa, kelimelerin asıllarını ve nereden geldiklerini araştırmayı severmiş. Bir gün Hoca Hayret Efendi'ye:
- Martaval kelimesinin aslını arıyordum, buldum. Mari-tavil (uzun yılan) imiş, der.
Hayret Efendi gülerek:
- Efemdim, der. Bana kalırsa bu da bir çeşit martaval!

Bilindiği üzere, martaval kelimesi uydurma söz anlamına gelmektedir.


Telaş mı Talaş mı?

Sultan II. Selim "Telaş" yerine "Talaş" kelimesini kullanırmış. Bir gün Türkçe sevdalısı nedimlerinden biri, padişahının bu hatasını zarif bir şekilde düzeltmek istemiş. Heyecanlı bir şekilde huzura çıkmış:

- Haşmetmeab! Bugün buraya gelirken bir inşaat yerinde yangın çıkmış, talaşlar tutuşmuş, ne kadar talaş, ne kadar talaş! Yangın mahallinde oturanlarda bir telaş, bir telaş ki ne telaş!

II. Selim vakayı sükunetle dinledikten sonra, nedimini teskin eder:

- Anladım, talaşa ne lüzum var!


Kırpıntı Bohçası

Büyük mahrumiyetler yaşayan Peyami Safa ile büyük bir mirasa konan Nadir Nadi anlaşamazlarmış. Bir gün Nadir Nadi, Peyami Safa'ya "Kart Yobaz!" diye hakaret edince romancımız şu zarif cevabı verir:
- Siz insanı cildinin tazeliğiyle mi, yazdığı ciltlerle mi değerlendirirsiniz?
Bu sözden alınan Nadir Nadi, hemen gazetede yayımlanan makalelerini toplar ve bir kitap olarak yayımlar. Apar topar hazırlanmış olan bu kitaba Peyami Safa'nın yakıştırması şöyle olur:
- Kırpıntı Bohçası!


Dervişin Duası

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethetmiş ordusuyla birlikte şehre girmektedir. Halk arasından bir derviş fırlayıp önüne çıkarak atın yularından tutar:
- Padişahım, unutma sakın, İstanbul'u sen, biz dervişlerin duaları sayesinde fethettin!
Fatih hafifçe gülümser. Elini kılıcına atıp yarıya kadar sıyırır:
- Doğru söylersin, ama şu kılıcın da hakkını unutma!

Kör Talih

Bir şair, bir kaside yazarak Timurlenk'e sunar. Timur kasideyi beğenir, ancak şairin bir gözünün kör olduğunu görünce merakla,
- mahlasınız nedir? diye sorar.
- Talih cevabını alınca aksak Timur gülümseyerek,
- Çok isabetli bir mahlas bulmuşsun. Talihin gözü kördür derler, diyerek acımasız bir nükte yapar.
Ama şairin Timur'a verdiği cevap, yenilir yutulur cinsten değildir:
- Hakkınız var! Gözü kör olmasaydı sarayınıza girer miydi?


Azrail'i Kandırmak

Bektaşi iyice yaşlanmıştır. Artık ölümü beklemektedir. Bektaşi kendi kendine düşünür:
- Ne yapsam da şu ölüm günümü biraz daha uzatsam.
Biraz düşündükten sonra aklına bir fikir gelmiş. Derken bir gün Azrail gelip, Bektaşi'nin yanına sokulmuş. İşte tam bu esnada Bektaşi ağlamaya başlamış:
- Ingaaa! Ingaaa! Ingaaa!
Azrail Bektaşi'nin kulağına eğilmiş:
- Atta, atta, haydi attaya! demiş.


Kim Yaşlı?

Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi'ni tamamlayıp ülkeyi fethetmişti. Kahire sokaklarında dolaşırken rastladığı yaşlı birine takılmak istedi:
- Sen mi daha yaşlısın, yoksa ben mi?
- Elbette ben yaşlıyım! Fakat genç olsam yine senden yaşlı olurdum!
- Bu ne demek?
- Çünkü bizim gibi fakirler iki türlü yaşlı olur. Mesela, ben hem kendim yaşlıyım hem de gözüm yaşlı. Şu katmerli yaşlılığıma göre, genç de olsam, yine sizden yaşlı olacaktım!


...alıntıdır...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder