11 Ağustos 2011 Perşembe

Sultan Abdülhamid'in Albümünden Topkapı Sarayı

Arz Odası

Arz Odası Dış Görünüş

 
III. Ahmed'in Odasındaki Şömine

Ağalar Kapısı

Bahçe Köşkü

Çeşme ve Şömine

Konsey Odası 

Okuma Odası

Sünnet Odası

Tatil Esnasında Kullanılan Taht

Konsey

Orta Kapı

Mustafa Paşa Köşkü

Özel Kahve ve Pişirme Fırını

Kule Kapısı

9 Ağustos 2011 Salı

Sarayda Ramazan


Sarayda ramazandan bir hafta evvel hazırlıklar başlar, temizlikler yapılırdı. Ramazanlarda sarayın genel teşkilatında büyük değişiklikler olurdu. Her şeyden  önce kahvaltılıklar , öğle yemekleri kaldırılırdı. Buna mukabil sahur yemekleri de bir iftar sofrası haline getirilerek tatlısı ile , böreği ile, kıymalı yumurtası ile , çeşitli çorbaları , reçelleri ,çerezleri ile son derece itinalı olarak hazırlanırdı.

Kiler-i Hümayun ‘ dan bütün dairelere büyük sürahiler içinde türlü türlü şuruplar ve birçok iftariyelikler gelirdi.

Ramazanın birinci günü , tebrik niyeti ile gelen vükela ve müşirlere iftardan sonra beşer yüz; sadrazam, şeyhülislam ve seraskerlere bin’er lira diş kirası verilirdi. Bu geceden itibaren her akşam Yıldız civarındaki kışlalardan Selimiye , Gümüşsuyu , Taksim ve Taş Kışla’lardan ve Bahriye Kışlası ile gemilerden gelen zabitler ve askerler Yıldız Meydanı’nda iftar eder,namaz kılarlardı.

Ramazan hangi aya rastlarsa rastlasın, at cambazları, sirkler, pandomim, hokkabaz grupları da o mevsimde şehre akın ederlerdi.  Kahvehanelerde , çayhanelerde büyük temizlik yine ramazanı karşılayan haftalar içinde yapılırdı.

Ramazan gelince ,pek nadir sokağa çıkan kadınlar bile eğlencelere katılırlardı.
Sarıklı, cübbeli, şalvarlı, mintanlı, İstanbulin, setre pantolonlu, kürklü, hırkalı, poturlu; hülasa asker, katip, esnaf, köylü, külhani herkes ramazan eğlencelerine katılırdı.

Ramazan gecelerinde halkın eğlenmesi için Karagöz, ortaoyunu ve sonraları da tiyatrolar başata gelirdi. Karagöz hemen her mahallenin bağlı olduğu çarşı kahvelerinde boş arsalarda kurulan çadırlarda oynatılırdı. Tiyatrolar ise Şehzadebaşı’nda toplanmıştı. Girenler içeride, giremeyenler de önünde kalabalığı arttırarak eğlenirlerdi. İçeriye para ile girilirdi. Kahve önlerinde durmak, davul-zurna ile mızıkalarını ayakta dinlemek ise parasızdı. Kimileri tiyatroya giderken, kimileri de musiki fasıllarına katılırlardı. Hanımlar kalabalık olan bu mekanlara giremezdi; onlar sadece kalabalık gruplar halinde gezebilirlerdi.

Ramazan cami avlularında hazırlanan sergiler de çok ilgi çekerdi. Bunların en gösterişlisi Bayezid Camii’nde olurdu.Sergilerin yalnız içi değil , dışları bile halkla dolar,kadınlar da örtülü olarak sergiyi gezerlerdi;fakat önleri açık dükkanlarda oturamaz,hatta bu dükkanlara giremezlerdi.
Sergilerde Çini Fabrika-i Hümayunu ve Kütahya çinileri, Bursa, Hereke ve Karamürsel kumaşları, Edirne, Kayseri, Selanik, Girit,Trabzon, Halep yiyecekleri , Yemen kahvesi, Hicaz , Bağdat Trablusgarp baharları, gülyağları, çiçek suları ve sair bulunurdu.
Kadir Gecesi’nden sonra sergilere rağbet azalırdı. Zira artık herkes bayram hazırlıklarına ve alışverişine başlardı.

Ramazan akşam eğlencelerinden sonra ve sabah ezanından önce çalınan davullar mü’minlere gecenin son yemeği olan sahuru yemenin zamanı geldiğini hatırlatırdı.Anadolu’da, Rumeli’de sahur yemeklerinde ekseriyetle gözleme ve börek yerlerdi.Kadınlar gece hamuru yoğurur, gözlemeleri , börekleri sofraya taze taze getirirlerdi. İstanbul’da asla sahurda börek yenilmezdi. Sahur sofralarına kazandibi,çörek ile kaşar peyniri , gerdan ve dil söğüşü konurdu. Bir akşam pilav,bir akşam taygan denilen makarna pişerdi. Herkes birer kase yoğurt,birer kase hoşafla pilavı ve makarnayı yedikten sonra ağzını çalkalayıp niyet etmeden önce bir kase hoşafı içer, "Yarabbi , sana şükürler olsun!."Niyetten sonra sabah namazına kadar hatim sürerler, sabah ezan okununca nazma kılıp yatarlardı.

O devirlerde ramazanlarda,devlet binaları,mektepler,dükkanlar öğleden sonra açılırdı.

Kaynak: Selda Sarıbaş - tarihseverler

Osmanlı Sultanlarının Aşk Mektupları


Muhteşem Yüzyıl’da Hürrem’in Kanuni’ye yazdığı aşk mektupları çokkonuşulmuştu. Topkapı’dan çıkan arşivler de gösterdiki dizide yazılan aşk mektupları aslında gerçek. İşte aşkın mektupları.

Tarihçi Orhan Özdil, Topkapı Sarayı arşivlerinde yer alan Hürrem Sultan, Birinci Abdülhamid ve Pargalı İbrahim Paşa’nın aşk mektuplarını gün yüzüne çıkardı. Mektuplarda İbrahim Paşa Hatice Sultan’a ‘Kadınların en yücesi hanımefendi’, Hürrem ise Kanuni’ye ‘Allah’tan tek dileğim’ diye seslenmiş.

Yüzümü yere koyup ayağına kapandığım sultanım hazretleri, güneşim ve mutluluk kaynağım, ayrılık acısıyla ciğeri kebap olmuş, gecesi gündüzüne karışmış, hasret denizinde boğulmuş bu çaresiz kulunuzun halini sorarsanız, biliniz ki sultanımdan ayrı kaldığım için inleyen, feryat ve figan eden bir bülbül gibiyim. Allah çektiğim bu acıyı kimseye yaşatmasın…” Bu mektup Osmanlı’nın en güçlü hükümdarlarından Kanuni Sultan Süleyman’ın eşi Hürrem Sultan’a ait… Kanuni seferdeyken bu satırları kaleme alan Hürrem, mektuplarında hem aşkını anlatıyor, hem sarayda neler olduğuna dair bilgiler veriyor.

Tarihçi Orhan Özdil, Topkapı Sarayı’nda yaptığı araştırmalarda Hürrem’in Kanuni’ye yazdığı aşk mektuplarının yanı sıra Birinci Abdülhamid’in Ruhşah adlı cariyesine ve sadrazam Pargalı İbrahim Paşa’nın Hatice Sultan’a yazdığı toplam 26 mektubu gün ışığına çıkardı.

Hürrem yetenekli bir şair

Özdil, Kanuni Sultan Süleyman dönemini anlatan Muhteşem Yüzyıl dizisinden sonra bu araştırmayı yapmaya karar verdiğini söylüyor. Kanuni ile Hürrem Sultan’ın aşkının Osmanlı İmparatorluğu’nda çok önemli bir yere sahip olduğunuanlatan Özdil “Topkapı Sarayı’nda Hürrem Sultan’a ait altı mektup bulunuyor. Aşkını süslü cümlelerle anlatıyor. Yazdıklarına bakarak onun yetenekli bir şair olduğunu bile söyleyebiliriz. Kanuni, yazılanlar karşısında mest oluyor. Bu mektuplarda bir kölenin hükümdara nasıl hakim olduğunu görebiliyoruz” diyor.

Kanuni sürekli seferde olduğu için Hürrem Sultan ile sık sık mektuplaştıklarını söyleyen Özdil, Hürrem Sultan’ın yazdıklarında bazı isteklerde bulunduğunu da anlatıyor: “Bir mektubunda padişahtan kendi adına yaptırdığı hamam için paraistiyor. Ancak en önemlisi Kanuni’nin çocukluk arkadaşı ve sadrazamı Pargalı’yı idam ettirmesine neden oması. Kendi oğlu Murat’ın sultan olmasını istiyordu. Bu hırsı Pargalı’nın idamına dahi sebep oldu. Saraydan haberler de veriyor. Hatta bir mektubunda Kanuni’nin ilk eşi Gülfem Sultan’ın kolonyayı nasıl kullanılacağını bilmediği için içtiğini ve iki gün hasta olduğu için yattığından söz etmiş.”

Bu elbiseyi hatırım için giyesiniz

1526 yılında Hürrem Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı bir mektupta gözyaşını damlattığı bir elbise gönderdiğinden bahsediyor: “Ömrüm, azizim, sultanım, Allah’tan tek dileğim ve yüreğimin biricik arzusu, size tekrar kavuşabilmek ve ışık saçan yüzünüze bir defa daha bakabilmektir. Rabbimden elbette dilerim ki benim sultanım, candan ve gönülden sevdiğim şahım, dünyada ve ahirette hep mutlu olsun. İyi biliyorum ki benim sultanım, bu kulunu, kaderin bir cilvesiyle gördü ve sevdi, bu kuluna mutluluk ve huzur ihsan etti. Bu yüzden, mutlu olacağım gün, sadece size kavuşacağım gündür. Size, gözyaşlarımı damlattığım bir elbise gönderdim. Hatırım için giyesiniz. Fakir ve hakir cariyeniz Hürrem”

Ölüm daha hayırlıdır

1770’Lİ yıllarda Birinci Abdülhamid’in cariyesi Ruhşah’a yolladığı mektup ise şöyle: “Fesübhanallah, yalnızca senden şefkat beklerken ziyaretine gelmiyorsun. Yüce Allah’a yemin olsun, benim acılarıma ancak sen son verebilir, ateşimi ancak sen söndürebilirsin. Sen bana merhamet etmezsen kim etsin? Vallahi her gece uykusuzum. Sabahlara kadar ayaktayım. Böyle perişan beklerken senin gelmeyişine Allah razı olmaz. Düşmanlarım şu halimi görse onlar bile üzülür. Böyle yapacaksan vallahi ölüm bana daha hayırlıdır.”

Abdülhamid Ruhşah’a aşık

Topkapı Sarayı’nda Birinci Abdülhamid’in sekiz mektubuna rastladıklarını belirten Özdil, padişahın Ruhşah adında bir cariyeye aşık olduğunu söylüyor. Özdil, Abdülhamid’in cariyeye “Abdülhamid Ruhşah’ına kurban olsun” diye seslendiğini anlatıyor: “Abdülhamid, idari hayatta olduğu gibi aşk hayatında da yenilgisini kabul etmiş ancak kadınlara düşkün biri. Yüzlerce cariyesi vardı. Yazılı kaynaklarda başkadınları Nüket Seza ve Hümaşah’ın adları geçiyor amaaşk mektuplarını Ruhşah cariyeye yazmış. Çünkü Ruhşah’a sırılsıklam aşık. Mektuplarda sürekli ‘Senden şefkat beklerken sen ziyaretime gelmiyorsun. Sen bana merhamet etmezsen kim etsin?’ diyor. Sonuçta bir cariyeye aşkını mektuplarla yazması Abdülhamid’in Osmanlı ağırlığından çok da nasiplenmediğinin göstergesi.”

Geçmişten günümüze ulaşan aşk mektupları arasında Sadrazam (Pargalı) İbrahim Paşa’nın Kanuni’nin kardeşi Hatice Sultan’a yazdığı mektuplar da bulunuyor. Özdil 12 mektubu incelediklerini söylüyor: “Bu mektupları Pargalı, Hatice Sultan ile evlendikten sonra yazmış. Hatice Sultan’a hep ‘Kadınların en yücesi’ diye hitap ediyor. Sultana, abisinden dolayı saygı duyduğu açık. Genelde mektuplarını seferdeyken yazmış. Hatice Sultan’ı çok sevdiği ve ona büyük özlem duyduğu belli…”

Kaynak: Star - Pazar

-->

Osmanlı İstanbul'unda Ramazan

 
İstanbul’da ramazanın gelişi neşe ve mutluluk ile karşılanır, şehir geceleri adeta bir şenlik alanına dönüşürdü. Normal zamanlarda yatsı namazından sonra sokağa pek çıkılmaz insanlar erkenden evlerinde istirahata çekilirlerdi. Fakat ramazanda durum birden bire değişir geceleri, sahura kadar özel olarak aydınlatılmış sokaklar, caddeler insan kaynardı. Hatta devlet resmi dairelerde ramazan mesaisi düzenlemesi yapardı.

Sözü burada yine biz Balıkhane nazırı Ali Rıza Bey’e bırakalım. İşte onun İstanbul’da ramazan hakkında anlattıkları:
‘’- Ramazanın ilanından sonra büyüğünden küçüğüne bütün Müslümanların sevinç içerisinde birbirlerini tebrik etmeleri adettendi.

Büyük camilerin minarelerinde kandil uçurtmaları bulunurdu. Bu uçurtmalar iplerinin bir ucu minarelerin şereflerine, diğer ucu da cami avlusunun şerefeye karşı bir yerinde yüksek bir yere bağlanır, uçurtmacı teravih’ten sonra bunu uçurtmaya başlar, seyirciler cami avlusunda birikir, uçurtmacı da o sırada kandil ipini avluya bağlı olduğu yere kadar salıverirdi. Seyirciler de kandil kutusunun bir tarafına şeker veya kurabiye gibi şeyler koyup uçurtmacıya hediye gönderirlerdi. Camilerin hele Ayasofya camiinin kubbeye kadar olan kısmındaki kandiller ortadaki top kandillerle beraber yakılır, içlerinde de mahya kurulurdu.

Ramazanın ilk günü bütün devlet daireleri tatil edilir, gazeteler çıkmazdı. Ramazanlarda bütün resmi dairelere memurlar sıra ile devam ederlerdi. Kış ramazanlarında günler kısa olduğu için resmi daireler gece açık bulundurulurdu.

İstanbul’da Avrupa’da olduğu gibi, gece hayatı olmadığından, yatsıdan sonra herkes evine uykuya daldığı halde, Ramazan geceleri halk sokaklara dökülür, kahveler, dükkanlar sahura kadar açık bulunurdu. Dükkanların içerisi hıca hınç dolu olurdu. Bunların kandilleri, fanusları, lambaları ile caddeler aydınlanır, bazı kahvelerin önüne resimlerle süslü ve kağıttan yapılmış fenerler konur, aileler Ramazan gecelerinde birbirlerine misafir giderlerdi. Bu sebeple ıssız olan sokaklar bile karşılıklı evlerin kafesleri arasından sızan ışıkla aydınlanırdı.

Geceleri sokakların aydınlık bulunması her hususta iyi olduğundan, çarşılarda bulunan dükkanların önüne kandil asılması ve kimseyi zorlamadan, istekli olanların evlerinin kapılarına fener asmaları 1846 yılında ilan edildiği gibi, 1856 tarihinde de Dolmabahçe Gazhanesinden Beyoğlu caddesine havagazı boruları çekilmek suretiyle bu cadde ışıklandırılmıştı. İstanbul – Üsküdar ve Boğaziçi köylerinin sulu gazla aydınlatılması için beher lambaya yirmi iki buçuk kuruş alınmak ve bu para mahalle imamları tarafından toplanmak ve Zabtiye veznesine teslim edilmek üzere 1864 yılında Mösyö Hirş adında bir ecnebiye taahhüt ettirilmişti.

Ramazan gecelerinin başlıca eğlencesi, Karagöz, Orta oyunu, çalgı ve son dönemlerde tiyatro idi. Ramazan geceleri çarşı hamamları da açık olurdu.

Ramazan geceleri caddelerin kalabalığı , sahur vaktine kadar devam eder, herkes istediği yerde gezip, istediği eğlenceye giderek vakit geçirirdi. Büyükler de Vükela konaklarına giderler ve karşılıklı birbirilerini konaklarda ziyaret ederek, vakit geçirirlerdi. Bu gibi toplantılarda ekseriyetle hoş sohbet misafirler de bulunur, böyle meclislerin eğlencelerine doyum olmazdı. En kalabalık yerler Aksaray, Divanyolu, Tophane, Şehzadebaşı, Direklerarası, Galata’da ki Çeşme meydanı idi.

Camilerde mukabele okunmasına Ramazandan onbeş gün önce başlanırdı. Halkımızın bazıları da sabah namazlarını büyük camilerde kılmayı adet ettiklerinden semtlere göre, Ayasofya, Beyazıt, Süleymaniye, Fatih, Eyüp camilerine giderlerdi. Ekseri halk sabah namazından sonra yatıp uyku ile günü geçirmek isterlerdi. Mamafih adet değişikliğinden dolayı önceleri kimi uyumaya çalışıp da, uyuyamadığından, gözleri kızarmış ve kimisi tiryakilik titizliği ile evde kavga çıkarmış olduğundan hiddetle sokağa fırlarmış. İlk günlerinde herkeste bir değişiklik meydana gelir, bazıları Ramazan’ın intizamı bitimiyledir derlerdi. ‘’

Yazarımız İstanbul’da o zamanlar ramazanda yaşananları bu şekilde anlatmaktadır. Daha çok anlatılanlar dönem 19. Yüzyılı kapsamaktadır.

Kaynak: Bir Zamanlar İstanbul - Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey; Hazırlayan: Niyazi Ahmet Banoğlu, terc.yay.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Hukukta İlk Kıyas

Yemen'e kadı ve öğretmen gönderilecekti. Peygamberimiz bu öğretmeni Muaz bin Cebel olarak belirledi. Muaz 25 yaşındaydı. Peygamberimiz, görev yerine gitmeden önce Muaz'ı sınav yaptı. Ona, hükümlerini neye göre vereceğini sordu. Muaz, peygamberinin ilk sorusunu:
- Allah'ın kitabına göre hüküm veririm, diye cevapladı.
- Onda bir hüküm olmazsa neye göre verirsin?
- Resulullah'ın sünnetine göre hüküm veririm.
- Ya Allah Resulü'nün sünnetinde de hüküm bulamazsan ne yaparsın?
- Kendi görüşüme göre cevap veririm.
Peygamberimiz, Muaz'ın bu soruya verdiği cevaptan son derece memnun oldu. Muaz, İslam hukukunda hüküm vermenin esasını oluşturmaktaydı.Başka bir ülkeye, İslam'ı anlatmak ve İslam'i hukukla hükmetmek için görevlendirilen bir genç, İslam hukukundaki ilk kıyas sistemini de belirlemiş oluyordu.

O (a.s.m.) biliyordu... Genç, iyi yönlendirilirse onun muhakemesinin ne kadar güçlü olduğunu. Genç iyi yetiştirilirse onun başaramayacağı görevin olmadığını...

Kaynak: Nesil

2 Ağustos 2011 Salı

Muğlalı Çiftçinin Oğlu Dünyanın En Büyük Amirallerinden Biri Oldu!


Menteşeli, yani Muğlalı Veli adlı bir çiftçinin oğlu olan ve 1485'te dünyaya geldiği rivayet edilen Turgut Reis, o dönemde yaşayan pek çok Türk denizcisi gibi kariyerine korsanlıkla başladı, daha sonra yeteneklerini keşfeden Barbaros Hayrettin Paşa tarafından yetiştirildi.

Korsika'da 1540'ta İspanyollara esir düşen ve uzun süre kürekçi olarak çalıştırıldıktan sonra Cenova'da hapsedilen büyük Türk denizcisi, ustası Barbaros Hayrettin Paşa tarafından kurtarıldı, hapisten çıktıktan sonra Tunus ve Trablusgarb arasındaki pek çok bölgeyi fethetti ve Cerbe Adası'nı kendisine üs yaptı.

Daha sonra İstanbul'a gelen Turgut Reis, Kanuni Sultan Süleyman'a biat edip elini öptü, hükümdar da genç denizciye Karlıeli Sancakbeyliği ve emrindeki Uluç Ali, Sancaktar Reis, Gazi Mustafa, Kara Kadı, Mehmed Reis, Deli Cafer ve Hasan Kelle gibi reislere de günlük 80 akçe maaşla kadırga reisliği vererek Osmanlı hizmetine aldı.

1551'de Trablusgarb'ı fetheden Turgut Reis, Osmanlı donanmasıyla Akdeniz'de pek çok sefere katıldı. 1565'in 15 Haziran'ın da başına isabet eden taş parçasıyla ağır yaralandı ve beş gün sonra şehit düştü. Avrupalılar'ın adını "Dragut" diye telaffuz ettikleri, Barbaros Hayrettin Paşa'nın ise "Benden ileridir" diyerek onurlandırdığı Turgut Reis'in cenaze namazı Malta'da kılındıktan sonra, naaşı Trablusgarb'a götürülerek bizzat yaptırdığı caminin avlusundaki türbesine defnedildi. 

 Bu büyük Türk denizcisi Turgut Reis, 1550'de Andrea Doria komutasındaki Haçlı donanması tarafından Cerbe Adası'nda kuşatılınca, gemileri döşettiği yağlı kazıklarla karadan yürüterek adanın diğer tarafından Akdeniz'e açılmış ve teslim olmasını bekleyen düşmanların gemilerini yağmalamıştı.

Kaynak: Aykut CAN (HaberTürk Tarih - 20.Şubat.2011 - Sayı:39)