31 Temmuz 2011 Pazar

Sırpsındığı Zaferi'ni Kazanan Kumandan Hacı İlbeyi


Sayıları 60 bin ile yüz bin arasında olduğu tahmin edilen büyük Haçlı ordusu Edirne'nin kuzeydoğusundan Meriç kenarındaki Sırpsındığı mevkiine gelmişti. Buradan Edirne üzerine yürüyüp Edirne'yi alacak, daha sonra Müslümanları Anadolu'dan çıkaracaklardı. Hayalleri buydu. Ve gördükleri kadarıyla önlerinde bir engel de yoktu. Çünkü yüreklerine korku salan şanlı bir devletin padişahı Sultan I.Murad büyük ordusuyla birlikte Bursa'da idi. Rümelinde bulunan Lala Şahin Paşa'nın kuvvetleri de sınırlıydı. İşte bütün bunları hesap ederek büyük bir sevinçle içip eğlenmeye koyulmuşlardı. Onların bu durumunu yakından takip eden Osmanlı Devletinin gazalarda pişmiş şanlı bir kumandanı vardı; Hacı İlbeyi. Keşifte bulunmak üzere on bin gazi dervişiyle yola çıkmış ve düşmanın konakladığı yere yakın ormanlıkta askerlerini mevzilemişti.

Düşman sarhoş olmuştu. Hepsi kendilerinden geçmişti. Bu durumu gören Hacı İlbeyi kendilerinden on misli kalabalık düşmana hücum ederek imha etmeyi planlamış ve bu planını askerlerine şöyle açıklamıştı:"Arkadaşlar, düşmanımız savaşa değil, düğüne gider gibi gelmekte. Geceleri şarap içip sarhoş olmaktalar. Bunlar ordu değil, bir yığın sarhoş sürüşüdür. Bir sürü koyun, bir kurt'a birşey yapamaz ama bir kurt bir sürü koyunu parça parça eder. Hele bu sürüye saldıracak olanlar sizin gibi aslan yürekli bir alay şahbaz yiğit olursa, düşman, güneş karşısında kalmış kar gibi erir, dayanamaz. Gece yarısından sonra düşmana üç koldan, dağılmadan ve topluca saldıracağız. Bir vurup kenara çekileceğiz. Düşman bocalayacak ve şaşıracaktır. Sonra tekrar saldıracağız. Allah bizimle beraberdir. Biz buralara kadar Allah'ın ismini yükseltmek ve İslâmı yaymak için geldik. Düşmanın çokluğuna bakmayınız. Ecdadımız Alparslan koca bir orduyu mağlup etti. Krallarını da esir aldı. Ben, güneş zulmeti boğar, dünyayı nura gark ederken, Balkan dağlarının ufkunda zaferin kucak açıp bizi beklediğine inanıyorum."


Bu konuşmadan sonra Hacı İlbeyi Mehteran'ın ceng havası çalmasını emretmiş ve yeri göğü inleten ceng havalan çalınmaya başlar başlamaz, "Bismillah, hücum!" diyerek askerlerini üç koldan hücuma geçirmişti. Sarhoş ve uyku sersemliğinde iken aniden hücuma uğrayınca neye uğradığını şaşıran düşman askerleri paniğe kapılmış ve telaştan birbirlerini kırmaya başlamışlardı. Onlar Sultan Murad'ın ordusuyla gelip hücuma geçtiğini zannetmişlerdi.

On bin gazi dervişin kılıçlan yıldırım gibi işlemekteydi. Haçlı ordusunun büyük bir kısmı kısa bir zamanda imha edilmiş, kalanları ise can havliyle kaçışmaya başlamıştı. Macaristan kralı I.Layoş da kaçanlar arasındaydı.
1364'te kazanılan bu zafer Anadoluda büyük sevinçle karşılandı.

İşte Sırpsındığı'nda Haçlı Ordusunu imha eden bu namlı kumandan Osmanlı devletinin Rumelindeki fetihlerinde büyük payı bulunan Hacı İlbeyi'dir.

1305 yılında Balıkesir'de dünyaya gelen Hacı İlbeyi'nin babası Karasi Beylerindendi. Kendisi de Karasi Beyi Dursun Beyin emirlerinden birisiydi. Hac vazifesini ifa ettikten sonra "Hacı İlbeyi" diye anılır olmuştu. Orhan Gazi zamanında Karasi Osmanlılara geçince Hacı İlbeyi de Karasi Beyi tayin edilen Şehzade Süleyman'ın maiyetine girmişti.

Süleyman Şah ve Evranos Gazi ile birlikte Rumeli fütuhatına katılan Hacı İlbeyi, Sultan I.Murad Hüdavendigâr tahta çıkınca Rumeli kumandanı olmuştu.

Gözüpek ve mahir bir kumandan olan Hacı İlbeyi maiyetindeki gönüllü askerlerle fetihten fetihe koşmaya başlamıştı. Sırasıyla, Dimetoka, İskeçe, Kavala, Dırama, Yenice, Dedeağaç ve Serez'i fethederek Osmanlı topraklarına dahil etti. Sultan Murad da fethedilen bu topraklara, Anadoludan müslüman aşiretleri gönderdi.
Hacı İlbeyi Edirne'nin fethinde de bulundu ve fetihte büyük rol oynadı.

Gazalarda pişmiş serdengeçtilerle sınır boylarında at koşturan Hacı İlbeyi, Kırklareli, Tekirdağ, Çorlu ve Kuleliburgaz'm Osmanlı topraklanna katılışında büyük rol oynadı.

Osmanlı Devletinin Avrupa kıtasındaki büyük fetihlerinde onun kılıcının ve maharetinin payı vardır.
Rumeli fâtihlerinden Hacı İlbeyi 1364'te vefat etmiştir.

Kaynak: sevde.de

Balkanlar Fatihi Sultan Murad Hüdavendigar


Orhan Gazi zaferlerle dolu ömrünü ikmal edip beka âlemine göçünce, fetih sancağını oğlu Murad Hüdâvendigâr devir almıştı. Sultan Murad, atasından devraldığı mirasa layık olduğunu göstermiş, Anadolu ve Balkanlardaki fetihleriyle Osmanlı Devletini muhteşem bir imparatorluk haline getirmiştir. 27 yıllık saltanatı müddetince 37 muharebeye iştirak etmiş ve maharetle idare ettiği bu muharebelerin hepsini kazanmıştır.

Balkanlar fâtihi olarak tarihe geçen Sultan Murad Hüdâvendigâr 1326'da doğmuştur. Annesi Nilüfer Hatun'dur.

Mükemmel bir tahsil gören Şehzade Murad, küçük yaşından itibaren babası Orhan Gazi ile birlikte savaşlara katılmıştır. Kardeşi Şehzade Süleyman'la birlikte Rumeli fütuhatında bulunmuş, kardeşinin vefatı üzerine fetih harekâtını kendisi idare ederek büyük başarılar kazanmıştır.

Orhan Gazi'nin 1362'de vefatı üzerine, Devlet ricali tarafından Bursa'ya davet edilmiş ve hükümdar ilan olunmuştur.

Bursa'ya giden Murad Gazi'nin Rümelinden ayrılmasını fırsat bilen Bizans kuvvetleri Burgaz, Çorlu ve Malkara'yı ele geçirmiş, Ahiler de ayaklanarak Ankara'yı geri almışlardı.

Murad Hüdâvendigâr ilk olarak Devlet idaresini düzene koydu. Ankara'yı tekrar ele geçirdi. İsyan eden kardeşleri Şehzade Halil ile İbrahim'i bertaraf etti.

Anadoluda hakimiyyeti tesis ettikten sora yeniden Rumeline geçerek fetih harekâtına başladı. Bizanslıların eline geçmiş olan yerleri geri aldı. Çorlu ve Lüleburgaz'ı 1363'te zaptederek buraya Anadolu'dan göçmenler getirterek yerleştirdi. Bu suretle ele geçirdiği her yerde sağlam temeller atıyor ve oraya kök salıyordu.

Bu esnada Evranos; Malkara, Keşan ve İpsala'yı, Hacı İlbeyi ise Dedeağacı ve Dimetoka'yı fethetmişti. Daha sonra Edirne'nin fethi kararlaştırıldı. Babaeski ile Pınar Hisar arasındaki Sazlıdere'de Rum ve Bulgar askerlerinden oluşan düşman ordusu perişan edildikten sonra Edirne fazla karşı koyamadı ve teslim oldu.

Edirne'nin fethinden sonra fetih hareketleri süratle devam etti. Beylerbeyi Lala Şahin Paşa Filibeyi; Batı Trakya taraflarının fethine memur edilen Evrenos Bey de 1364'te Gümülcine'yi fethetti.

Osmanlı Devletinin Balkanlardaki muazzam fetihlerinden telaşa kapılan haçlı dünyası bir ordu teşkil ederek, Edirne'ye doğru yola çıktı. Yüzbin kişilik bu haçlı ordusunu Sırp-Sındığı mevkiinde yakalayan Hacı-İlbeyi on bin kişilik kuvvetiyle üç koldan baskın yaptı ve haçlı ordusunu tamamen imha etti.

1367'de Kara Timurtaş Bey Bulgarlara ait, Kızılağaç ve Yanbolu'yu, Lala Şahin Paşa, Samakov'u, Sultan Murad da, Bulgarların elindeki, Aydos, Karnâbâd, Sözebolu kasabaları ile Bizanslılara ait Hayrebolu şehrini fethetti.

1371'de Çirmen zaferi kazanıldı. Böylce Mekadonya yolları da açılmış oldu. Makedonya ve Trakya'nın bir kısmı fethedildi. Vezir Hayreddin Paşa Kavala, Drama, Zihne ve Serez'i fethetti.
1372'ye doğru Trakya fütuhatı tamamlanmıştı. Bulgaristan krallığı da Osmanlı Devletine bağlanmak mecburiyyetinde kalmıştı. Bu suretle, on yılda Gelibolu'dan Sırbistan'a gelinmiş ve Adriyatik'e kadar nüfuz ve tesir sahası oluşturulmuştur.

1376'da Bursa'ya giden Sultan Murad, Anadolu Beylikleriyle temaslarda bulunarak devletin nüfuzunu arttırmak için teşebbüslerde bulunmuştur. Bu maksatla oğlu Yıldırım Bayezid'e Germiyanoğlu Süleyman Şah'ın kızını aldı. Germiyanoğlu kızına çeyiz olarak Kütahya ve mülkiyatını, Simav, Eğrigöz ve Tavşanlı ile mülkiyatım verdi. Bu suretle Osmanlı Devleü Anadolu içlerinde yeni topraklar kazandı.


Sultan Murad Anadoludaki temaslarını tamamladıktan sonra tekrar Balkanlara yöneldi. Mükemmel hazırlanmış plan gereğince kararlaştırılan yerler birer birer fethedildi. 1380'de İştip, 1382'de Sofya, 1385'te Manastır ve Ohri fethedildi.

Vezir-i Azam Çandarlı Halil Hayreddin Paşa 1385/1386'da Arnavutluk üzerine sefere çıktı. II.Balşa'mn kumandasındaki Arnavutluk ordusunu yenilgiye uğrattı. 1386'da, Akçahisar, İşkodra başta olmak üzere bütün Kuzey Arnavutluk fethedildi. Sultan Murad merkezden uzak yerde ordunun Venediklilerle harbe girmesini istemediğinden İşkodra Venediklilere geri verildi.

Sultan Murad 1388'de Bulgaristan üzerine sefere çıktı ve Bulgaristan'ın büyük kısmını fethetti.
Bütün bu fetihler neticesinde bütün Balkanlar Osmanlı nüfuzuna girmişti. Sultan Murad Batıda fetihlerle meşgulken fırsatı ganimet bilen Karamanoğlu Alâeddin Bey, Osmanlı Devleti aleyhine faaliyetlere başlamıştı. Bunun üzerine Sultan Murad Anadoluya döndü ve süratle Karamanoğlu üzerine yürüdü. 1386'da Konya yakınlarında Karaman kuvvetlerini perişan etti. Bunun üzerine Karaman Beyi, zevcesi Sultan Murad'ın kızı Melek Hatun'u ricacı göndererek affını istedi ve Sultan Murad'm elini öperek özür diledi. Böylece Anadoludaki huzursuzluk da bertaraf edilmiş oldu.

Avrupa'daki Osmanlı fütuhatından dehşete kapılan haçlı dünyası bir araya gelmeye karar vermiş ve bu maksatla bir haçlı ordusu teşkil etmişlerdi. Macaristan, Lehistan, Sırbistan, Bosna Krallığı, Eflak, Boğdan, Hırvatistan, Bohemya ve Bulgaristan Krallığından müteşekkil bu büyük ordu ilerlerken, Sultan Murad da beylere ve kumandanlarına haber salarak ordusunu topladı. İki ordu Kosova'da karşı karşıya geldi.
Sultan Murad, savaştan bir gün önce yatsı namazını kıldıktan sonra Dergâh-ı İlâhiye el açarak şöyle dua etti:"Ya Rabbi! Sen ol padişahlar padişahısın ki yeryüzündeki insanların sığınağısın ve bütün kulların ümit kapışısın. İslâm sancağını düşman elinde parçalatma ve bu zayıf, kuvvetsiz kulunu cihan içinde adı kötüye çıkmış bir insan etme..." Şanlı padişah'ın dudaklarından daha sonra şu mısra'lar dökülmüştür:"Âb-i rûyi Habib-i Ekrem için,
Kerbelâ'da revan olan dem için,
Ehl-i İslama ol muin-u zahir,
Dest-i a'dâyi bizden eyle kasîr.
Bakma ya Rab, bizim günahımıza,
Nazar et can-u dilden âhımıza.
Mülk-i İslâmı payimal etme,
Menzil-i fırka-i dalâl etme.
Din yolunda beni şehîd eyle,
Âhirette beni saîd eyle..
Keremin çoktur ehl-i İslama
Dilerim kim irişe itmama..."
Bu muharebe neticesinde Balkanların hâkimiyeti ya Osmanlılarda kalacak veya Haçlıların eline geçecekti. Mağlubiyet halinde Osmanlı Devletinin Anadoludaki durumu da tehlikeye düşecekti.
20 Haziran 1389'de Kosova ovasında başlayan muharebe 8 saat bütün şiddetiyle devam etti.
Osmanlı ordusu bütün kanatlarda Haçlı ordusunu darmadağın etmiş, çembere aldığı düşman ordusunu imha harekâtına başlamıştı. Bu savaş hengâmesinde Sultan Murad'a yaklaşan Miloş isimli bir Sırplı aniden kolundan çıkardığı hançeri Sultan Murad'ın kalbine saplamıştı.
Sultan Murad, Allah'ın rızasını kazanmak için kendini kurban adamış ve bir gün önceki duasında da bunu taleb etmişti. Muharebenin zaferle neticelendiğini görmüş, fakat kendisi şehid düşmüştü.
Sultan Murad'ın şehid olması üzerine Yıldırım Beyazıd çağrılarak padişah ilan edildi.
Şehit padişahın cenazesinin çürümeden Bursa'ya getirilebilmesi için iç organlarının çıkarılması gerekiyordu.

20 Haziran 1389'da şehadet şerbetini içen Gazi Hünkârın iç organları Kosova Sahrasına gömüldü. Bugün de "Meşhed-i Hüdâvendigâr" diye bilinen bu mekan ziyaretçilerle dolup taşmaktadır.
Padişahın cenazesi Bursa'ya nakledilerek Çekirge'deki türbesine defnedildi.

Sultan Hüdâvendigârın şehâdeti bütün İslâm âleminde üzüntüyle karşılandı. Çünkü şehid padişah, ömrü boyunca İslâmiyeti fethettiği beldelerde hâkim kılmak için çalışmıştı. İslâm âleminin meseleleriyle yakından ilgilenmiş ve onlarla sıkı dostluk kurmuştu.

Saltanatı müddetince zaferden zafere koşan Sultan Murad devletin hudutlarını Anadolu'da ve Rumeli'de çok genişletmiş ve babasından bir beylik halinde aldığı ülkeyi imparatorluk halinde oğullarına bırakmıştır.

Adliye, maliye ve orduya ehemmiyet vererek, devrin en mükemmel teşkilatını kurmuştur.
Sultan Murad azim ve irade sahibi, vakur, cesur, müşfik, açık sözlü mizacıyla herkes tarafından sevilirdi. En tehlikeli anlarda bile, soğukkanlılığını muhafaza ederek, ne suretle hareket edilmesi icap ettiğini bilirdi. Bütün işleri devlet ricaliyle danıştıktan sonra karara bağlardı. Herhangi mühim bir işte, ileri sürdüğü fikre karşı yapılan itirazları dinler ve münasip olanı tatbik ederdi.Neşri, eserinde bu şanlı padişah hakkında şunları söylemektedir:"Gazi Murad Han dahi atası gibi sâhib-i hayr idi, âdil ve kâmil, din-Perver, âlî himmet, fakir-dost, düşkünlere yardımcı, rey ve tedbir sahibi, pehlivan idi. Bütün ömrünü gazaya sarfetmiştir. Nesl-i Osmanîde bu etdüğü gazayı hiçbir padişah etmedi şol kadar himmet ve sahâ-i nefsi var idi ki, hiç bir ahad kapısına gelip, mahrum gitmez idi. Fethedilen beldelerdeki ahaliye mülâyemetle (yumuşaklıkla) hareket ederek etrafındaki tesiri, muhabbete tebdil etti ve bunun neticesinde zaptedilen yerlerdeki halk, kendisine bağlılık göstererek, imparatorun idaresini aramaz oldu."

Kaynak: sevde.de

Rumeli Fatihi Şehzade Süleyman

Mevlid şairi Süleyman Çelebi'nin dedesi ve Orhan Gazi'nin kayınbiraderi Şeyh Mahmud'un:
"Keramet gösterip halka suya seccade salmışsın Yakasın Rumeli'nin dest-i takva île almışsın."
dediği, Orhan Gazi'nin büyük oğlu Süleyman Şah, Rumeli fâtihi olarak tarihlere geçmiştir.
1316'da doğan bu şehzade'nin ömrü; 1359'da bir av esnasında attan düşerek vefatına kadar, gaza meydanlarında, fetihten fetihe koşmakla geçmiştir....

1331'de babası Orhan Gazi'ye vezir olan Şehzade Süleyman, idarî işlerden ziyade askerî işlerle vazifelendirilmiştir. Zaten fıtrat icabı cihangir ruhlu olan Şehzade Süleyman, maiyyetindeki kahramanlarla zaferden zafere at koşturmuş ve filiz halindeki devletin sınırlarını ikinci bir kıtaya, Avrupa'ya taşırmıştır...
Osman Gazi'nin temelini attığı devletin sınırları gittikçe genişlemekteydi. Ve fetihlerin hedefi Anadolu'daki Bizans topraklarıydı... İznik ve İzmit'in fethinden sonra Osmanlı Süvarileri, İstanbul Boğazı'nın Asya taraflarında at koşturmaya başlamışlardı. Devletin bekası ve ihtişamının ziyadesi için mutlaka Rumeli tarafları ele geçirilmeliydi... Bizanslılar arasındaki taht kavgası Rumeli fethine imkan hazırladı...

Kızı Teodora'yı Orhan Gazi'ye veren Bizans kralı VI.Yoannis Kantakuzinos'la V.Yoannis Paleoloğos arasındaki kavgada, Kontakuzinos'un yardım istemesi üzerine orhan Gazi, Süleyman Paşa kumandasında asker göndererek kayınpederinin imdadına koşmuştu.

Süleyman Paşa 1349'da yirmi bin kişilik bir kuvvetle Bizanslıların düşmanı Sırpların eline düşmek üzere olan Selanik'in imdadına yetişti ve Sırpları perişan ederek Selanik'i kurtardı.
Yine Şehzade Süleyman, Rumeli topraklarında at koşturmaya devam ederek, 1352'de Dimetoka meydan muharebesinde Sırp ve Bulgar ordusunu perişan etmiştir.

Rumeli topraklarındaki bu akınlarla, fethe zemin hazırlanıyordu. Zaten bu topraklarda yaşayan yerli ahâli Osmanlı idaresini hasretle bekler olmuşlardı. Çünkü Onlar, yıllardan beri köhne Bizans idaresinin zulmü altında inlemekteydi. Halk idareden memnun değildi. Saltanat çekişmeleri yanı sıra Katolik ülkelerinin saldırılarında da bıkmışlardı.
Şehzade Süleyman, maiyyetindeki mahir kumandanlar; Kardeşi Murad Bey, Hacı İlbeyi, Lala Şahin Paşa, Evranos Gazi, Gazi Fazıl Bey ve Ece Yakup Beylerle her seferden zaferle dönmekteydi. Rumeli'deki ahâli bu seferler esnasında Osmanlıları yakından tanımak imkanını bulmuştu.

Süleyman Paşa, 1354 başlarında Rumeli'yi tamamen bir İslam Beldesi yapmaya karar vermişti. Hazırlıkları tamamladıktan sonra, 1354 Şubat'ında Edincik'te bulunan donanmayla hareket etti ve üç bin kişilik bir kuvvetle Gelibolu'nun kuzeyinde bulunan Kozludere'ye çıkü. Daha sonra, bir yıl önce Çimpe hisarına yerleşmiş bulunan askerleriyle birlikte Gelibolu üzerine yürüdü ve 2 Mart 1354'te Gelibolu kalesini fethetti.
Gelibolu kalesinin fethini diğer fetihler takip etmiştir. Öyle ki 1356'da Gelibolu yarımadası'nın tamamı fethedilmiştir. Daha sonra marşlarda; destanlara izafeten Rumeli'nin fethi şu şekilde işlenmiştir:
"Şehzade Sultan Süleyman hem vezir, hem şahımız; Geçtiler Rumeli'ye sal ile arttı şanımız."

Birkaç yıl içerisinde Gelibolu yarımadasında ve Trakya'da büyük topraklar, Osmanlı Devleti Sınırlarına dahil edilmiştir. Şehzade Süleyman, Gelibolu'nun yanısıra; Bolayır, Ece-Ova, Konur-Hisar, Tekirdağ, İpsala, Malkara, Hayrebolu ve Keşan'ı da fethetmiştir.

Şehzade Süleyman fethedilen toprakların ebediyyen birer İslam beldesi olması için gerekli tedbirleri derhal almış ve Anadolu'dan getirttiği Müslüman ahaliyi fethettikleri yerlere yerleştirmiştir...

Rumeli'nin fethedilişiyle Osmanlı Tarihinde yeni bir devre başlamıştır. Artık İslam askerleri, Asya'nın yanısıra Avrupa kıtasında da at koşturmaya başlamıştır.

Rumeli'nin fethi yalnız Osmanlı tarihinde değil, Bizans tarihinde de bir dönüm noktasıdır. Etrafı Osmanlılarla çevrilmiş Bizans, günbegün çöküşünü seyretmekten başka birşey yapamaz hale gelmiştir.
Şanlı devlete Rumeli topraklarını armağan eden Şehzade Süleyman, 1359'da 43 yaşında iken vefat etmiş ve fethettiği Bolayır'a defnedilmiştir...

Fethedilen toprakların manevî bekçilerinden birisi olarak asırlar boyu türbesi ziyaret edilegelmiştir. İsmi, tarihlerde ve marşlarda devamlı anılmıştır.

Rumeli fethine atfen: "Dört yüz arslandan bu vatan kaldı bize yadigâr
Terk edersek lanet etmez mi bize Perverdigâr" marşı günümüze dek söylenegelmiştir.

Kaynak: sevde.de

29 Temmuz 2011 Cuma

Asıl Hasta

Şibli

Büyük mutasavvuf Şibli hasta olmuştu. Halife ona, ateşe tapan bir hekim gönderdi. Hekim hastaya sordu:
- Gönlün ne istiyor?
- Senin Müslüman olmanı.
- Yani ben Müslüman olursam, sen iyileşip kalkacak mısın?
- Evet
Bunun üzerine hekim kelime-i şehadet getirdi. Ve Şibli hemen canlandı, boynuna sarıldı. Sonra birlikte halifenin yanına gittiler. Durumu öğrenen halife bir gerçeği dile getirdi:
- Meğer ben hekime hasta göndermişim de haberim yokmuş.

Kaynak: Nesil

Bir Onbaşı, Bir İngiliz Zırhlısı

Seyit Onbaşı


Mehmet İhsan Gençcan, Seyit Onbaşı'yı eserinde şöyle anlatıyor:

"Ne hikmetse bataryada tek top ayakta kalabilmiş, fakat onun da vinci kırılmış olduğundan, mermileri namluya sürülemiyordu. Yüzbaşı Hilmi Bey, etrafından birilerinden yardım alabilmek düşüncesiyle bataryadan uzaklaştığı sırada, Niğdeli Ali ile Koca Seyit ümitsiz ve perişan ne yapacaklarını düşünüyorlardı.

Seyit'in dudaklarında bir dua... Sürekli tekrarlıyordu:

- Ulu ve yüce Allah'tan başka hiçbir güç ve kuvvet yoktur!

Seyit Ali, bu duayı defalarca okudu. Bu yakarış şüphesiz hiç kimseninkine benzemiyordu. Aşk ile kendinden geçmesi ve 257 okkalık top mermisini kucaklayıp omzuna alması bir oldu. Demir basamakları tam üç kez inip çıktı. Yanında bulunan Niğdeli Ali, Seyit'in göğüs ve omuz kemiklerinin çatırdadığını duyuyor, hayret ve dehşet içinde kalıyordu. Topun namlusuna sürülen üçüncü mermi, savaşın kaderini böylece değiştiren olayı doğurmuş ve İngilizler'e ait 'Ocean' isimli zırhlı, bu merminin isabetiyle korkunç yara almıştı."

Kaynak: Semerkant

Osmanlı'nın İnanç Hürriyeti

Fatih Sultan Mehmed


Sırp Kralı Brankoviç ve halkı, Ortodoks oldukları için, Katolik Macar Kralı Hünyad'ın tehdidi altındaydı. Hünyad, Sırbistan'ı işgal edip tüm Ortodoks kiliselerini yıkacağını, yerlerine Katolik kiliseleri inşa edeceğini herkese söyledi: "Ortodoks kiliselerini yıkacağım. Katolik mezhebinin kiliselerini inşa edeceğim. Ortodokslar nazarımızda kafirdirler, kafirlere hayat hakkı yoktur."

Sırplar korku içinde Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmed'e sığındılar: "Lütfen bizi koruyunuz! Hünyad'dan önce ülkemizi feth ederek bizi Hünyad belasından kurtarınız. Ama bir istirhamımız var: Kiliselerimizi yıkmayınız."

Fatih, "Asla" dedi, "Sırbistan'ı fethederek camiler kuracağız, amma Sırpların serbestçe dini vecibelerini yerine getirmelerine de hassasiyet göstereceğiz. Kiliselere dokunmayacağız."

Bugün bile ulaşılamayan bu "inanç hürriyeti" anlayışı, bir yandan Müslümanların farkını ortaya koyarken, öte yandan, farklı kıyafetleri dahi hazmedemeyenlere verilmiş bir ibret dersinin çağları aşan numunesidir.

Kaynak: Nesil

28 Temmuz 2011 Perşembe

Yavuz Sultan Selim'in Gördüğü Rüya

Baba ve Oğul

Yavuz Sultan Selim’in seferde ve hazerde (barışta) yanından ayırmadığı bir sohbet arkadaşı vardır. Hasan Can ismiyle bilinen bu zât, âlim ve hikmet ehli birisidir. Onun oğlu Hoca Sadeddin Efendi ise hem Sultan III. Murad’ın hem de III. Mehmed Han’ın hocalığını yapacaktır. Sonraki yıllarda şeyhülislamlık makâmına kadar yükselecektir. Hoca Sadeddin Efendi’nin Osmanlı tarihini anlattığı Tâcüt-Tevârih isimli eseri meşhurdur. Burada babası Hasan Can ile Yavuz Sultan Selim arasında geçen bir rüya tabiri meselesini bizzat babasından duyarak nakletmektedir.
 
Şeyh Bedhaşi

Yavuz Sultan Selim’ 1517’de Mısır’ı civarındaki birçok bölgeyle beraber Osmanlı topraklarına katar. Şam da bu yerler arasındadır. Padişah bir ara Şam’da iken buranın büyük âlimlerinden Muhammed Şeyh Bedahşi ile tanışır. İki kez bizzat ziyaretine gider ve duasını almaya bakar. İlk sohbette hiç konuşmazlar. İkinci sohbette ise Muhammed Bedahşi, padişaha nasihatlerde bulunur. Saltanatla beraber üzerine çok büyük bir yükün bindiğini hatırlatır. O celalli padişah gâyet edebli bir şekilde söylenenleri dinler ve ayrılırken bu zâtın duasını talep eder. Bundan sonra yaşananları Yavuz Sultan Selim’in musâhibi (sohbet arkadaşı) Hasan Can’dan dinleyelim…

Vefat Haberi

Yavuz Sultan Selim

“ Mısır feth olunduğu günlerdi. Bir sabah Yavuz Sultan Selim Han bana şöyle buyurdu: “Bu gece rüyada Muhammed Bedahşî’yi gördüm. Yolculuk hazırlığında olup bir beyaz kepenek giymiş, üstüne de bir ip kuşak bağlamıştı. Bu hâlde gelip yolculuğa çıkacağını söyleyip bizimle vedalaştı.” Ben ise gençlik atılganlığı ile hemen rüyayı tabire giriştim ve; “Velilerin görünüşte çıkacakları yolculuk, âhiret seferi olmak gerektir. Eğer vefat etmemiş ise yakında vefat edeceklerine işarettir.” dedim. Padişah hiçbir karşılık vermedi. Ben de rüyayı böyle tabir ettiğim için pişmanlık duydum. Çok geçmeden, Muhammed Bedahşî’nin ölüm döşeğinde olduğu haberi geldi. Yanındakilere; “Harameyn-i Muhteremeyne (Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere’ye) hizmetleri ile başlara taç olan Sultan’a benden dua, selâm ve muhabbetlerimi iletirken dünyadan da sefer ettiğimi bildirin.” diye vasiyette bulunmuştu.

Bu Rüya Tabirinin Cezası Nedir?

Şam vâlisi, durumu Sultan’ın kapısına iletmişti. Bu sırada Yavuz Sultan Selim’in hocası Halîmî Çelebi, padişahın yanına geldi. Konuşurlarken Yavuz Sultan Selim Han; “Şöyle bir rüya görmüştüm. Hasan Can da böyle yorumlamıştı. Çoğunlukla rüyanın gerçekleşmesi, tabirin şekline bağlıdır. Şimdi o veli zât, vefat etmiştir. Böyle olması tabirden ileri gelmiştir. Yani Hasan Can ölüme yorduğu için onun vefatında bu tabirin tesiri vardır. Siz hakem olun. Hasan Can bu yönden cezalandırılmaya lâyık değil mi? Bu şekilde tâbirin cezası da şiddetle bir tazir (azarlama) değil mi?” dedi. Halimî Efendi ise bana bakıp; “Senden böyle acemi davranış beklemezdim. Atılganlık etmişsin.” dedi. Ben ise utancımdan başımı eğip dedim ki: “Sultanım, vefat günü ile rüyanın görüldüğü tarih tespit edilsin. Eğer rüya daha önce ise ferman devletlü Padişahımındır. Eğer iş aksi ise gerçek budur ki, gerisi hazretinize kalmış” Halimî Efendi, bu sözlerimi doğru bulup dedi ki: “Hasan Can kulunuzun görüşü akla uygundur. Gerçekte de değerli katınızda hoş karşılanmalıdır.”

Başlara taç olan Padişah, Şam’dan gelen mektubu gösterdi. Gördüğü rüyanın, Muhammed Bedahşî’nin vefatından sonrasına rastladığı meydana çıkınca Sultanımız bana kıymetli bir hil’at (elbise) ile tam ayar iki yüz dinar altın ihsan buyurdu. Ben de “Bunca lütuf Muhammed Bedahşî’nin kerameti eseridir” diyerek, aziz ruhuna dualar eyledim.”

Kaynak: Ayşe TÜRK (Tarih Severler)

15 Temmuz 2011 Cuma

Hukukçunun Titizliği

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Filozof ve şair Rıza Tevfik Bölükbaşı aynı zamanda hekimdi. Hasta bir yakınına bir ilaç göndereceğini söyler. Ertesi günü ilacı komşusu olan bir avukata hastaya ulaştırması için teslim eder. Aradan beş gün geçer. Rıza Tevfik hastayı görür ve ialcın gelmediğini öğrenince avukatın yazıhanesine gider ve durumu sorar. Avukat unuttuğunu söyler ve fütursuzca şöyle bir açıklama yapar:
- Üzülecek bir şey yok! İlacınız kaybolmuş değildir, bendedir! Hasta ölse bile devasını mirasçılarına teslim edeceğimden emin olabilirsiniz!

Kaynak: Nesil

Allah Dostlarının Gönlü

Dervişin biri Bayezid-i Bistami'ye (k.s.) şöyle der:

- Beni Allah'a yaklaştıracak bir iş tavsiye et!

Bayezid-i Bistami (k.s.) ona şu öğüdü verir:

- Allah'ın veli kullarını sev. Onların gönlüne girmeye çalış. Çünkü Allah, her gün o ariflerin kalplerine 360 defa nazar eder. Bu nazarlar esnasında seni orada bulsun!

Kaynak: Osman Nuri Topbaş (Bir Testi Su)

Neden Yüceldiler?

Bişr-i Hafi (rh.a.) anlatır:

Resul-i Ekrem'i (s.a.v.) rüyamda gördüm. Buyurdular ki:
- Ey Bişr! Allah seni akranların arasında nasıl yükseltti, biliyor musun?
- Hayır, bilmiyorum ey Allah'ın Resulü, dedim.
Resulullah (s.a.v.),
- Salihlere hizmet, mümin kardeşlerine nasihat ettiğin, arkadaşlarına ve sünnetime uyanlara sevgi beslediğin ve benim yoluma uyduğun için, buyurdular.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş (Bir Testi Su)

7 Temmuz 2011 Perşembe

Vatanın Her Karış Toprağı Kanla Alınmıştır


Sırbistan Prensi Obronoviç 1879'da İstanbul'a gelerek, Sultan Abdülhamid Han'ın huzuruna çıktı. Padişah ile konuşmaları sırasında Obronoviç:
- Padişahım, ben kulunuz, küçücük bir yeri idare ederim. İzvorniç Kalesi'ni arazime ilave ederseniz, hem şahsımı minnettar kılmış, hem de bütün Sırpları sevindirmiş olacaksınız, dedi.
Sultan Hamid bu sözlere karşılık:
- İstediğiniz yerin her karış toprağı, millet ve evlatlarının kanı ve canı pahasına alınmıştır. Milletin malını size ihsan etmeye hakkım ve selahiyetim yoktur, cevabını verdi.

Kaynak: Muhittin NALBANTOĞLU (Tarihin Işığında - Yeniçağ)

Hereke'yi Fetheden Gazi Ali Bey

Osmanlıların ikinci padişahı Orhan Gazi, İzmit'in fethine giderken, Gazi Ali Bey'i de Hereke'nin fethine memur etti. Gazi Ali Bey, Hereke'ye yaklaşınca, kalenin çok sağlam olduğunu gördü. Fakat Osmanlılarda geri dönmek yoktu. Gazi Ali Bey, adamlarının azlığına bakmadan kaleye saldırdı. Tam hücum sırasında bir ok gözüne saplandı. Gazi Ali Bey, oku bir çekişte çıkararak attı. Etrafındakiler telaşlandılar. Ali Bey:
- Bre yiğit kardeşlerim, ne telaş edersiniz? Bir başa bir göz çok bile. İki gözlü geri kaçmaktansa, tek gözlü olup ileri atılmak evladır, diyerek düşmanşla mücadeleye devam eti. Sonunda da kale ele geçirildi.

Kaynak: Muhittin NALBANTOĞLU (Tarihin Işığında - Yeniçağ)

Her Şeye Zamanında Karar Vermek



Kasabanın birinde, güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Bütün erkekler, onunla evlenmek ister, fakat o hiçbirini beğenmezmiş. Yine, onun reddettiği gençlerden biri, unutmak için başka şehre yerleşmiş.

Yıllar sonra kasabaya uğradığında, kimseyi beğenmeyen bu kız kimle evlenmiş acaba diye merak etmiş ve birilerine sorup, kızın evlendiği kişinin evini bulmuş ve kızın evinin önünde beklemeye başlamış. Biraz sonra içerden oldukça çirkin, göbekli bir adam çıkmış. Genç adam, böyle birini görünce çok şaşırmış.

Kapıyı çalmış ve yıllar önce evlenmek istediği o kıza sormuş;

- “Senin gibi kimseyi beğenmeyen bir kız, nasıl olurda böyle biriyle evlenir?”

Kız hüzünlenmiş ve demiş ki;

- “Şu gördüğün gül bahçesine gir ve bana en güzel gülü koparıp getir, fakat kesinlikle geçtiğin yere geri dönme.”

Genç adam, en güzel gülü getirmek için bahçeye girmiş. Karşısına çok güzel bir gül çıkmış, fakat mutlaka daha iyisi vardır diye, ilerlemeye devam etmiş. Karşısına çok güzel güller çıkıyor, fakat o, en iyisini bulmak amacıyla ilerlemeye devam ediyormuş. Birde bakmış ki, bahçenin sonuna gelmiş ve orada sadece solmuş bir gül kalmış. Geri dönemeyeceği için de, mecburen o solmuş gülü götürmüş kıza.

Kız genç adama bakmış ve demiş ki,

- “İşte benim hikâyemde böyleydi”.

Kaynak: Hayatı sev

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Sen Namaz Kılmadın!


Rifâa İbnu Râfi' (r.a) anlatıyor:
Biz mescidde iken bedevî kılıklı bir adam çıkageldi. Namaza durup, hafif bir şekilde rükunleri, tesbihleri kısa tutarak namaz kıldı. Sonra namazı tamamlayıp Resülullah (s.av)'a selam verdi.
Efendimiz:
- "Üzerine olsun. Ancak git namaz kıl, sen namaz kılmadın! buyurdu.
Adam döndü tekrar namaz kılıp geldi, ...
Resülullah'a selam verdi. Aleyhissalâtu vesselâm selamına mukabele etti ve:
- Dön namaz kıl, zîra sen namaz kılmadın! dedi.
Adam bu şekilde iki veya üç sefer aynı şeyi yaptı, her seferinde Aleyhissalâtu vesselâm:
- Dön namazkıl, zîra sen namaz kılmadın! dedi.
Halk korktu ve namazı hafif kılan kimsenin namaz kılmamış sayılması herkese pek ağır geldi.
Adam sonuncu sefer:
-Ben bir insanım isabet de ederim, hata da yaparım. Bana hatamı göster, doğruyu öğret!" dedi.
Aleyhissalatu vesselâm:
-Tamam. Namaza kalkınca önce Allah'ın sana emrettiği şekilde abdest al. Sonra ezan okuyarak şehadet getir. İkâmet getir namaza dur. Ezberinde Kur'an varsa oku, yoksa Allah'a hamdet, tekbir getir, tehlîl getir, sonra rükuya git. Rükü halinde itmi'nâna er (âzâların rüküda mütedil halde bir müddet dursun). Sonra kalk ve kıyam halinde itidâle er, sonra secdeye git ve secde halinde itidale er, sonra otur ve bir müddet oturuş vaziyetinde dur, sonra kalk. İşte bu söylenenleri yaparsan namazını mükemmel kılmış olursun. Bundan bir şey eksik bırakırsan namazını eksilttin demektir."

Resülullah (s.a.v)'ın bu sonuncu sözü Ashâb'a önceki: (Dön, namaz kıl, zîra sen namaz kılmadın!) sözünden daha kolay ve rahatlatıcı oldu. Zîra busöze göre, sayılanlardan bir eksiklik yapan kimsenin namazında eksiklik oluyor ve fakat tamamı hebâ olmuyordu.

Namazı dosdoğru kılanlardan olmak dileğiyle.

Kaynak: Cennet Yolu

Kurşun Kalem


 
 
Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu: Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun ? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı ?

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi : Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğü...nde bu kalemi sen de seversin.

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi. İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki..! Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.

Birinci özellik : Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el ALLAH'dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.

İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.

Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.

Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabın ya da dışarıya yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.

Beşinci ve son özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın...!

Paulo Coelho

1 Temmuz 2011 Cuma

Terbiye Kabiliyete Bağlıdır

Eski İran hükümdarlarından biri vezirine oğlunun hocasından yakınıyordu: "Ben istiyorum ki oğlum ilim öğrensin, benim yerime hükümdar olsun, o ise devamlı müzikle, sazla meşgul. Demek ki hocası iyi eğitmiyor."

Vezir aynı görüşte değildi: "Hükümdarım, hocanın elinde mucize yok. Çocuğun kabiliyeti neye ise hocası ancak onda ilerlemesine yardım edebilir. İnsanın tabiatı değiştirilemez. Terbiye yaratılışa bağlıdır."

Hükümdar tersini düşünüyordu. Bunu kanıtlamak için bir akşam sarayında bir eğlence düzenledi. Bu eğlence sırasında eğitilmiş kedilerin bir gösterisi de yer aldı. Kediler sırtlarında, bir tabak içinde yanan mumları taşıyorlardı. Hükümdar vezire bu kedileri göstererek: "Görüyorsunuz, terbiyenin nelere gücü yetiyor" dedi.

Vezir karşılık vermedi. Yeni bir eğlence gecesini bekledi. Bir başka eğlenceye gelirken yanında gizlice bir kaç fare getirdi. Kediler gösteriye başladığı zaman bu fareleri saliverdi. fareleri gören kediler sırtlarındaki tabağı, mumu unutup farelerin peşine takıldı. mumlar, tabaklar hepsi bir yana yuvarlandı. Tam bu esnada vezir padişaha şöyle dedi:

"Gördünüz mü padişahım, terbiye yaratılışa tabidir."

Kaynak: Nesil 2011