21 Haziran 2012 Perşembe

Medeni Avrupa!!!

Bakalım bugün bize medeniyet dersi vermeye kalkan Batı dünyası, Orta Çağ da ne durumda imiş..
İnsanların çoğu, Haziranda evleniyordu. Çünkü senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar, Haziranda hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama yine de kokmaya başladıkları için gelinler vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla ellerinde bir buket çiçek taşıyordu. Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar ve en son olarak ta bebekler aynı suda yıkanıyordu. Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü. İngilizce?deki banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın? (Don't throw The Baby out with The bath water) deyimi buradan gelmektedir.
Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor, kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için bütün kediler, köpekler ve diğer küçük hayvanlar (fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu. Yağmur yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu. İngilizce’deki " kedi-köpek yağıyor " (It's raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir. Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek direkler ve üstünde örtü bulunan İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.
Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh) seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu. Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya taşıyordu. Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta parçası konuyordu ki bunun adı thresh hold (saman tutan; Türkçe’si eşik) idi.
Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu zaman sebze yeniyor, et pek bulunmuyordu. Akşam yahni yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu. Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu. " Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk, kazandaki bezelye lapası dokuz günlük " (peas porridge hot, peas porridge cold, peas porridge in The pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur.
Bazen domuz eti buluyorlar o zaman çok seviniyorlardı. Eve ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle oturup paylaşıyorlardı. Buna "yağ çiğnemek" (chew The fat) adı veriliyordu.
Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu. Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların ağızlarında "tabak ağzı" (trench mouth) denen hastalık ortaya çıkıyordu. Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. işçiler yanık olan alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu alırdı.
Bira ve viski içmek için kurşun kadehler kullanılıyordu. Bu bileşim insanları bazen birkaç gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu. Yoldan geçen insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için hazırlık yapıyordu. Bunlar birkaç gün süreyle mutfak masasının üstüne yatırılıyor aile etrafına toplanıp yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu. Buna "uyanma" nöbeti deniyordu.
İngiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir "kemik evine" götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı.Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı. Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir çana bağladılar. Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti "graveyard shift" denirdi. Bazıları zil sayesinde kurtulur (saved by The bell) bazıları da "ölü zilci" (dead ringer) olurdu.

Gördünüz değil mi? Avrupa’da bunlar yaşanırken İslam dünyasında ise mikroplara karşı aşı geliştiriliyor, dört bir yana çeşme ve hamamlar inşa ediliyordu (1638'de İstanbul'da (Boğaziçi ve uzak semtler dışında) 302 umumi ve 14234 hususi hamam vardı). Bugün Fransa’nın neden kozmetik ve parfüm sanayisinde bir numara olduğunun sebebini hiç düşündünüz mü?

Kaynak: Ömer Faruk Aydemir - GpHaber - 27.Mayıs.2012

8 Haziran 2012 Cuma

Normandiya Çıkarması - 6.Haziran.1944



65 yıl önce Avrupa
Normandiya çıkarmasının da gösterdiği gibi, Avrupa’nın Na
zi işgalinden kurtuluşunda ABD’nin payı büyüktü.

      65 yıl önce 5 Haziran 1944 günü Paul Verlaine’in bir mısraı ile ünlü BBC başta Fransa olmak üzere Avrupa kıtasındaki ülkelerin direnişçilerine mesaj veriyordu; o günlerde verilen sinyallerden biri de Beethoven’in 5. Senfoni’sinin girişiydi. 1943’ten beri Rusya Almanya’yı kendi topraklarında durdurmuş ve batıya doğru itelemeye başlamıştı.

Sovyet ordularına gerekli mühimmat ve silah yardımı yapabilmek için İran işgal edilmişti. Kızıl Ordu ve Sovyetler bu güzergahtan kendi imkânlarının ötesinde donatılınca ilerlemeye ve düşmanı batıya doğru sürüklemeye başladılar. Galiba İngiltere ve ABD çevreleri 1944 Haziran’ında Avrupa kıtasını kurtarma işini Sovyetlere bırakmayı sakıncalı da gördü. İkinci cephede beklenen ani müdahale yapılmalıydı. 

Başkomutan Amerikalı Eisenhower’ın komuta ettiği ağırlıklı Amerikan ve müttefik kuvvetler Normandiya çıkarmasına başladılar. Kayıplar ağırdı ama 24 saat içinde savaşın kaderi belli oldu. Çıkarma tutunmuştu.

Arşivler harap oldu

5 Haziran’daki Normandiya çıkarması; bir yıl evvel Sicilya’dan başlayan Amerikan, İngiliz ve hemen bütün sürgündeki Polonya kuvvetlerinin katıldığı bir operasyondu. Amacı da 1944 Haziran’ında Roma’ya giren askerleri kutlamak ve desteklemekti. Doğrusu 1943’te Sicilya, ardından güney İtalya’ya giriş Monte Cassino’da müthiş bir Nazi Alman direnişiyle karşılaştı. Müttefikler çok kayıp verdi ve bu arada bütün Avrupa, hatta Akdeniz ve Ortadoğu tarihinin en kıymetli yazmalarını barındıran Monte Cassino Manastırı kütüphane ve arşivleri harap oldu. Bu, beşeriyetin kültürü açısından İkinci Cihan Savaşı’nın getirdiği en büyük kayıplardandır.

4 Haziran’da girilen Roma açık şehir ilan edilmişti. Buna müteffikler kadar şehri savunan Almanlar da uydu ve Roma’yı çatışmasız terk etti. Ebedi Roma’nın bu imtiyaz ve talihi, zavallı Varşova için söz konusu olmadı. Almanlar şehri bilinçli bir şekilde yok ederek çekildiler, eğer 1941’de girebilselerdi St. Petersburg’a da aynı şeyi yapacaklarına şüphe yoktu. Nitekim Paris boşaltılırken de Hitler aynı emri verdi. Ama doğrusu Alman komutan ve subaylar bu emre uymadı. Fransızlar Paris’teki işgal kuvvetlerinin komutanlarının bu cesaretlerini unutmadı ve savaştan sonra da onları kutsadı.

Kısacası 1944 yazı Almanya’nın üç cephe arasında sıkıştığı yıldı; gene de Berlin’e giriş bir yılı buldu. Hatta Ruslar diğer müttefiklerden evvel Berlin’e ulaştı. Çok büyük kayıplar vererek şehri aldılar. 7 Mayıs 1945’te mütareke imzalandı.
Savaşın yükünü ABD ile Sovyetler Birliği çekti
Avrupa kurtulmuştu; ABD ordularının payı büyüktü. Avrupa’yı savunan İngiliz ve Fransızlar, doğudan gelen Ruslarla ve güneyden İtalya’dan Nazilere karşı kıtaya ayak basan, bir yıl sonra da Normandiya çıkarmasının da başını çeken Amerikalılarla mukayese bile edilemezlerdi. O günün Amerikan savaşçıları bugünkülerle de pek mukayese edilemiyor. Bu çok önemli bir gelişmedir. 

 Kuzey Afrika’da gerçekten güçlü bir komutan olduğunu ispatlayan Mareşal Erwin von Rommel Normandiya’da bir varlık gösteremedi. Savunma stratejisi düzgün değil miydi? Bu stratejinin uygulamasını kendi dahil kimse görmedi. Hitler’e karşı tertiplenen darbeye uzaktan karıştığı anlaşılıyor. Naziler onu açıkça cezalandıramadı. Normandiya’daki bir yolculukta, faturası müttefik uçaklarına çıkarılan bir saldırıda yok oldu. Acaba saldıranlar Britanya uçakları mıydı? 

 Almanya’ya karşı bu büyük savaşın yükünü önce Sovyetler Birliği, sonra ABD çekti. Amerikalıların teknolojisi ve donanımı üstündü. Askerler de iyi savaştı. Yabancı bir toprakta belirli bir ideal etrafında savaştıkları anlaşılıyordu. Sovyetler Birliği ise üç yıl süren feci bir işgalin acısını çıkararak Avrupa’ya doğru ilerliyordu. Napolyon’a karşı Kutuzov’un uyguladığı taktikler yeniden görüldü. Rusya tarihi ve tebasıyla ikinci bir anavatan muharebesi yapmıştı.

Devirler değişiyor, kavimlerin özelliği de geçen zamanla aşınıyor. Bugünün Avrupa ve Amerika’sı eskisi gibi savaşçı değil ve Avrupa da o zamanki gibi parçalanmış bir kıta değil. Galiba bünyesindeki askeri zayıflıktan dolayı dünyayı askersizleştirmek istiyor. Tabii bilhassa Asya kıtasındaki yapılanmalara bakınca bunun boş bir çaba olduğunu söylemeye gerek yok.

Kaynak: İlber Ortaylı - 6.Haziran.2009 tarihli yazısı

Altı Gün Savaşı: Arap-İsrail Savaşı!

 
Altı Gün Savaşı diğer adlarıyla 1967 Arap-İsrail Savaşı, Üçüncü Arap-İsrail Savaşı, Altı Günün Savaşı veya Haziran Savaşı, 5 Haziran 1967′de İsrail ile Arap komşuları Mısır, Ürdün ve Suriye arasında... başlayan ve 6 gün süren savaşa verilen addır. Arap İttifakı’na Irak, Suudi Arabistan, Sudan, Tunus, Fas ve Cezayir de asker ve silah yardımıyla katılmışlardır.

İkinci savaş Mısır Devlet Başkanı Abdulnasır’ın Temmuz 1956′da Süveyş Kanalı’nı millileştirdiğini açıklaması sonucu doğan bunalım sonrasında başladı. İngiltere ve Fransa Mısır’ın bu kararını tanımadıklarını bildirdiler. Ekim ayında Londra’da toplanan konferanstan da bir sonuç çıkmayınca İngiltere ve Fransa İsrail ile anlaştı ve Ekim ayının sonunda İsrail kuvvetleri Sina Yarımadasına girmeye başladı. Ama A.B.D. ve Sovyetler Birliği’nin baskısı ile ateşkes ilan etmek zorunda kaldı ve kuvvetlerini 6 Kasım’da geri çekmeye başladı. Bu arada İngiliz ve Fransız paraşütçü birlikleri çatışmalar bittikten sonra bölgeye indirildi. Savaş sonucunda Mısır-İsrail sınırına Birleşmiş Milletler Gücü yerleştirildi ve İsrail Akabe Körfezi’ne bir çıkış kazanmış oldu.

1967 yılında Abdulnasır BM Gücünün artık çekilmesini istedi ve İsrail gemilerinin Akabe Körfezi’ne girmesini önlemeye başladı. Daha önce ise İsrail-Suriye sınırında çeşitli çatışmalar oluyordu. İsrail kendisinden daha fazla kuvvete sahip olduğunu anladığı Arap devletlerinin ani bir saldırısını önlemek amacıyla ilk saldırıyı gerçekleştirmeye karar verdi. 5 Haziran’da İsrail Hava Kuvvetleri’nin Mısır Hava Kuvvetleri’nin bulunduğu üslere saldırısı ile başlayan savaş altı gün sürdü ve “Altı Gün Savaşı” olarak anıldı. Bu savaş sonunda İsrail Mısır’dan Gazze Şeridi ve Sina Yarımadası’nı Ürdün’den Şeria Nehrinin batı yakasını ve Suriye’den Golan Tepeleri’ni aldı. İsrail bir süre sonra Sina Yarımadası'ndan çekilip Mısır'a topraklarını geri verse de Suriye, Ürdün'den aldığı toprakları ilhak ettiğini açıklamıştır. Bu sebeple BM kararlarına da uymayan İsrail, bu tavrı ile bölgede hala sürüp gitmekte olan bazı sorunların temelini atmıştır.
 
 

Padişah Fotoğraflı İlk Ve Tek Paramız




Türkiye'nin ilk ve tek Fatih Sultan Mehmed'in fotoğrafının yer aldığı paramız.

Yıl 1986 ... Ülkemizde ilk ve tek padişah fotoğrafının yer aldığı 1000 lirası...

Sultan Abdülaziz Katlettiler, İntihar Etti Dediler (1876)

 
Sultan Abdülaziz askeri bir darbe neticesinde tahttan indirilmiş ve Feriye sarayında gözaltında tutulmakta idi. Sultan Abdülaziz’in 4 Haziran 1876 tarihinde Feriye Sarayında bileklerini keserek intihar ettiği açıklandı. Ancak bu açıklamaya kimse inanmamıştı. Başta Serasker Hüseyin Avni Paşa olmak üzere darbecilerin Sultan Abdülaziz’i katlettiklerine dair bir çok delil mevcuttur. Hüseyin Avni Paşa cenazeye otopsi yapılmasına müsaade etmemiş ve hemen defnettirmiştir. Bu acı olayın birinci derece sorumlularının sonları feci oldu. Hüseyin Avni Paşa bu olaydan kısa süre sonra Sultan Abdülaziz’in kayınbiraderi tarafından öldürülürken bu olaydan hüküm giyen Mithat Paşa Taif zindanlarında boğularak can verdi.
 
Kaynak: Tarih Kulübü