20 Aralık 2011 Salı

Hamsinin Kitabı "Hamsiname"

Buğulamasından turşusuna, pilavından çorbasına kadar binbir çeşit yemeği yapılan hamsinin kitabının da yazılmış olduğundan bilmem haberdar mıydınız?

Kitabın adı "Hamsiname"dir. Hammamizade İhsan Bey'e aittir. 1928'de yayınlanmıştır ve konusundaki tek örnektir.

Hammamizade İhsan Bey, Divan Edebiyatı'nın "divan sahibi" son şairiydi. Aslında daha sonraki senelerde de divan oluşturabilecek kadar eser vermiş şairler çıkmıştı, ama, eski harflerle basılan son divan İhsan Bey'e ait olduğu için "son divan şairi" ünvanını almıştı.

 1885'te Trabzon'da doğdu, 1948'de İstanbul'da öldü. Gazetelerde çalıştı, okullarda öğretmenlik yaptı ve çok sayıda da kitap yayınladı. Ama edebiyat tarihimizdeki yerini şirleri yahut makaleleriyle değil, hamsi hakkında yazdığı ve konusunda dünyada tek örnek olan "Hamsiname"si sayesinde sağladı.

İhsan Bey, 1928'de yayınladığı Hamsiname'sine hamsi ile uzaktan yakndan ilgili olan herşeyi koydu. Kitapta hamsinin anatomisinden avcılığına, nakliyatından kurutulmasına, müziğinden halk oyunlarına, yemeklerinden o zamanın üretim istatistiklerine, hamsi hakkında yazılmış şiirlere, hamsi gübresinin yapılmasına ve o zamanın önde gelen balıkçılarına kadar hemen herşey vardı.

Aşağıda, bugün sadece mezat salonlarında rastlanan nadir bir kitap olan Hamsiname'deki şiirlerden biri, Salim adında bir halk şairine ait olan "Hamsi Koşması"nın bazı dörtlükleri yeralıyor:

"Bir yıl görünmezsen artar kederim
Yetiş imdadıma imanım hamsi
Yüzünü görünce bayram ederim
Sen olursun benim kurbanım hamsi
Maraza uğrarım hamsi demezsem
İçerim tutuşur hamsi yemezsem
Üstüne bir varil peklemezsem
Çıkar asumane (göklere) dumanım hamsi
Kuyruğun tutarım merdoğlu merdim
Olsa da bir batman pişirip yerdim
Çok yiyip içinde artarsa derdim
Olursun derdime dermanım hamsi
Salim, hamsi yerim ben seve seve
Kamyonet yüklerim yetmezse deve
Düşürdüm mü seni bir gece eve
O gece keyfimden şadanım hamsi"

Kaynak: Mehmet GÜNTEKİN (HaberTürk Tarih - 15.Mayıs.2011 - Sayı:51)

Amerikan Gemisini Zorla İstanbul'a Götürdüler



Amerika, 1796'nın 4 Kasım'ında Trablusgarb'ın, 1797'nin 28 Ağustos'unda da Tunus'un Dayıları ve Beyleri ile anlaşmalar imzaladı. Trablusgarb ile varılan anlaşma uyarınca, Amerika tarafı Trablusgarb beyi Yusuf Paşa ile Paşa'nın divanına Amerikalı esirlerin iade edilmeleri kaerşılığında 40 bin İspanyol doları ödüyor, Trablusgarb'ın ileri gelenlerine altın ve gümüş saatler, elmas yüzükler ve pahalı kumaşlardan yapılmış kaftanlar vermeyi taahhüt ediyordu.

III.Selim'in hükümdarlığı sırasında imzalanan ve Türkçe olan bu anlaşmanın ilginç taraflarından biri de, besmele ilebaşlayan metnin hemen girişinde "Bu belge dünyanın hakimi, dnizlerin ve karaların hükümdarı, kralların efendisi, sultanlar sultanı, imparatorlar imparatoru, Sultan Mustafa Han'ın oğlu Sultan Selim Han'ın dikkatli nazarları altında imzalanmıştır. Allah, O'nun hükmünü daimi kılsın" şeklindeki ifadenin yeralmasıydı ve bu ifadeler, metni Türk tarafının dikte ettirdiğini göstermekte idi.

Amerika, "Garb Ocakları" vergisini 19. asrın ilk çeğreğine kadar ödemeye devam etti. Ama bu mükellefiyetten daha sonra güç kullanarak kurtuldu.

1800 yılının Eylül'ünde Amerikan hükümetine ait George Washington gemisi yıllık vergiyi ödemek üzere Cezayir'e gitti. Dayı, bağlı olduğu Osmanlı padişahına bir jest yapmak istedi.

Geminin kaptanı, William Bainbridge idi. Dayı, geminin, kendi elçilik heyetini İstanbul'a götürmesini istedi. Kaptan ve konsolos buna yetkileri olmadığını anlatmak istedşilerse de başaramadılar. Dayı, ısrarcıydı. Hatta, Amerikalılara talimatını yerine getirene kadar gemideki bayraklarını indirmelerini ve kendi bayrağını çekmesini emretti. Amerikalılar çaresiz kaldılar ve hükümetlerine "İstanbul'a gitmeye mecbur kaldık" dediler.

17 Ekim'de yola çıkan gemi, 11 Kasım'da İstanbul limanına girdi. Elçilik heyeti, padişaha hediye olarak 100 zenci köle, 60 cariye, 4 at, 150 koyun, 25 sığır, 4 arslan, 4 kaplan, 4 antilop, 12 papağan, elmaslar ve para da getirmişlerdi.

Cezayir'li Türk korsanları, 18. yüzyılda ABD'ni haraca bağlamışlardı. Amerika'nın, bu haraçtan kurtulmak için, ülke dışında kurduğu ilk filo 6 gemilik bir Akdeniz Donanması idi. Bu filo Amerikan ticaret gemilerini Türk korsanlardan korumak için kurulmuştu ve Amerikalılar bugün Akdeniz'de dolaşan gemilerine "6. filo" adını vererek bu anıyı hala yaşatıyorlar.

Kaynak: Nezih UZEL (HaberTürk Tarih - 15.Mayıs.2011 - Sayı:51)

11 Aralık 2011 Pazar

Damalı Dolmuşlar



Ülkemizde ilk dolmuşlar, İstanbul’da 1930’ların başında ortaya çıktı. Taksi şoförü Civan Ali’nin önderliğinde başlayan uygulamada ilk hatlar, Taksim-Karaköy, Şişli-Pangaltı, Fatih-Beyazıt, Sirkeci-Karaköy’dü. 1931’de araçlara sarı-siyah damalar çizildi.
 
Kaynak: Tarih Kulübü

ABD'de Köleliğin Kaldırılması



ABD’de kölelik yüzünden çıkan iç savaşın sona ermesinden sonra ABD anayasasına 6 Aralık 1865’te köleliği yasaklayan düzenleme 13. Madde olarak eklendi. Köleliğin kaldırılmak istenmesi ABD’de iç savaşa neden olmuş kölelik karşıtı olarak biline ABD başkanı Abraham Lincoln’de bir suikast neticesinde öldürülmüştü.

Kaynak: Tarih Kulübü




Semerci Ölünce Sevinen Eşekler



Köyün yaşlı semercisi Bekir Usta ölmüştü. Tüm eşekler köy meydanında toplandılar, tepinmeye, oynamaya başladılar. Yaşlı, hasta bir eşek duvar dibinde düşünüyordu. Ona geldiler:
- Haberin yok herhalde, semercimiz öldü, dediler.
- Ne olmuş öldüyse?
- Artık sırtımız yara bere olmayacak, özgür olacağız!
- Nasıl bir özgürlükmüş bu?
- Semerci olmayınca artık sırtımıza semer yapılmayacak, kırda bayırda istediğimiz gibi dolaşacağız...
Yaşlı eşek gülmüş:
- Şaşarım aklınıza, demiş. bugün sevinçle tepineceğinize, aslında yas tutmalısınız. Bekir Usta iyi kötü sırtımızın ölçüsünü biliyor, bizi rahatsız etmeyecek semerler yapmaya çalışıyordu.Yarın bir acemi semerci getirirler, sırtınız yaradan kurtulmaz. iyisi mi, siz semerciden değil, eşeklikten kurtulmanın yolunu arayın. Eşek kaldıkça, sırtınıza bir semer yapan bulunur.

Kaynak: Nesil

İyi Yöneticiye Sahip Olmanın Yolu

Günlerden bir gün, Fatih Sultan Mehmed, İstanbul esnafını dolaşmaya çıkar. Sıradan bir Osmanlı gibi bir bakkala dalar. Maksadı tartıda hile yapılıp yapılmadığını yerinde tesbit etmektir. Bir sürü şey ısmarlar.Bakkal istenenlerin ancak yarısı kadarını verir. Padişah merak içinde sorar:
- Bütün ısmarladıklarımı neden vermiyorsun.
Bakkal, başını iki yana sallayarak şu cevabı verir:
- Bugünlük evlad-übiyalimin nafakasını temin ettim. Diğerlerini komşu bakkaldan alınız. O da nasiplensin. Az önce siftah etmediğini söylüyordu.
Gözleri yaşaran padişah, yandaki bakkala girer. Birkaç şey aldıktan sonra, ondan da benzer sözler işitir:
- Efendi, birazda komşu bakkaldan alınız. O da çoluk çocuk besliyor. Benden aldıklarınız bugünlük bana yeter.
Ve padişah bu anlayışta insanların hükümdarı olduğu için Allah'a şükür ede ede sarayına döner. Elbette bu milletin ordusu da kendisi gibi olacak ve "mutlu asker" diye anılacaktı. Elbette böyle bir milletin yüreğine kriz falan uğramayacaktı. Unutmayalım ki "iyi yönetici"ye sahip olmanın yolu, iyi yönetilmeyi hak etmektir.

Kaynak: Nesil