26 Şubat 2011 Cumartesi

Osmanlı’nın Ahilik Şartnamesi


Osmanlı dinamiğini olduran birkaç unsurdan biri de Ahilik Teşkilatı’dır. Ahı Evran tarafından oluşturulan bu ekolün en önemli amacı, “kamil insan” yetiştirmekti. Çıraklıktan ustalığa giden yolda bireyi olgunlaştırmayı hedefleyen Ahilik Teşkilatı’nın temel ilkelerinden bazıları şunlardır:

İyi huylu, güzel ahlaklı ve herkes için sevgi dolu olmak.
Kini, hasedi, düşmanlığı ve dedikoduyu hayatından çıkarmak.
Ahdinde, sözünde ve sevgisinde vefalı olmak; gözü, gönlü ve kalbi tok olmak.
Büyüklere saygı göstermek.
Gelmeyene gitmek, dost ve akrabayı ziyaret etmek.
Herkese iyilik yapmak, iyiliklerini istemek ve yapılan iyiliği asla başa kakmamak.
İnsanlar arasında din, dil, ırk, renk farkı gözetmemek.
Hata ve kusurları daima kendi nefsinde aramak, iyilerle dost olup, kötülerden uzak durmak.
Fakirlerle dostluktan, oturup kalkmaktan çekinmemek.
Hak için hakkı söylemek ve hakkı söylemekten korkmamak.
Emri altındakileri ve hizmetindekileri korumak ve gözetmek.
Açıkta ve gizlide Allah’ın emir ve yasaklarına uymak; içi-dışı, özü-sözü bir olmak.
Yapılan hayırda Allah’ın rızasından başka amaç gözetmemek.

Kaynak: Nesil Takvim

Bazı Devlet Adamlarınız Aslan ve Ayı Düşkünüydü!


Tarih boyunca hayvan meraklısı birçok devlet ve siyaset adamımız oldu. Mesela 16. asrın meşhur Kaptan-ı Derya’sı Cezayirli Gazi Hasan Paşa, arslanlarıyla gezerdi. Arslanlardan duyulan korku yüzünden saray tarafından uyarılmasına rağmen ölene kadar bu meraktan vazgeçmedi.

Bir diğer hayvan meraklısı meşhur da, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin kurucularından Resneli Niyazi Bey’di. 1873’te Resne’de doğmuş, II. Meşrutiyet’in 1908’deki ilanında önemli rol oynamıştı. Dağa çıktığı zaman bir geyik buldu. Yakaladı ve ayaklanmanın uğuru sayarak terbiye etti. Meşrutiyet’in ilanından sonra dağdan inip İstanbul’a geldiğinde geyiğini de yanında getirdi. Her yere geyiğini de götürüyordu. Bir defasında Sultan Reşad’ın huzuruna kabul olunacağı sırada, saray görevlileri geyiğin saraya girmesine izin vermediler. Niyazi Bey sinirlendi, padişaha haber gönderip “Beni görmek istiyorsa, geyiğimi de saraya alması lazım” dedi. Geyik, Sultan Reşad’ın izniyle saraya girdi ama, halı döşeli mermer merdivenlere bir güzel pisledi.

Niyazi Bey’in geyiği sadece bizde değil, yabancı basında da meşhur oldu; hatta şerefine bir de marş bestelendi.

Devlet büyüklerinin beslediği hayvanlar arasında en komiği, Atatürk’ün Selanik’ten arkadaşı olan Ayıcı Mehmet Arif bey’in ayısıdır.

Arif Bey, İstiklal Savaşı yıllarında İnegöl civarında 3 aylık bir ayı yavrusu yakaladı. Besleyip büyüttü ve her gittiği yerde onu da yanına aldı. Ayı, zaman içinde insani alışkanlıklar edindi. Köylü çocuklarla güreşiyor, canı çektiğinde sigara içiyor, hatta genç kızlara aşık oluyordu. Bir defasında hiddetlenip sahibi Arif Bey’i tokatladı, başka bir gün Arif Bey’i ziyaretten dönen ve arabasının kapısını açıp binmeye hazırlanan Ali Fuat Cebesoy’u bir kenara iterek arabaya binip arka koltuğa kuruluverdi.

Kaynak: HaberTürk Tarih (Mehmet Güntekin – Sayı: 39 – 20.02.2011)

İstanbul’daki Zindandan Kaşıkla Firar Ettiler!


Hapisten kaçmak isteyen mahkum tünel kazar, parmaklıkları eğeyle keser ama firar etmek için hiç çorba kaşığı kullanılır mı?

“Olmaz, imkansız!” demeyin, çünkü olmuş… Nasıl olduğunu da, Osmanlı Devleti’nin “vak’anüvis”i, yani resmi devlet tarihçisi Ahmet Lütfi Efendi yazıyor… İşte, onun kaleminden 1871’de yaşanan bu “kaşıklı firar”ın kısa öyküsü:

“İstanbul hapishanelerindeki mahbusların yemek kaşıklarıyla zindan duvarının temelini açıp bir hayli  de kazmış oldukları haber alındı ve işin derhal üzerine gidilmesi emredildi. Kaşılar besbelli demir olmalıydı ki, kazma gibi kullanılmışlardı. Kaşık ile duvar kazmak, iğne ile kuyu kazmaktan tabii ki daha kolaydı ve soruşturma sonunda ihbarın doğru olduğu anlaşıldı. Bu tarihten sonra, hapishanelerde madeni kaşık kullanılması yasak edildi ve mahkumlara tahta kaşıklar dağıtıldı.”

Bir başka garip firar olayını da, Şemdanizade Fındıklılı Süleyman Efendi yazıyor:

“Papazın biri, Tersane Zindanı’nda yatan bir Rum delikanlıyı ziyaret için gidip geliyordu. Günün birinde sekiz Rum genciyle beraber geldi, mahkuma kadın elbiseleri giydirip kaçırdı ve muhafızların hiçbiri firarı fark edemedi. Papaz yakalanıp itiraf ettirildi. Ama kaçağın yerini söylemediği için zindanın önünde asıldı.”

Kaynak: HaberTürk Tarih (Mehmet Güntekin – Sayı: 38 – 13.02.2011)