19 Kasım 2012 Pazartesi

Kavuşma Adresi


 
 
Gönül bir denizdir, insanoğlunun bedeninin en derin yerinde deliye dönen dalgalarını bir türlü dindiremeyen. Gönül bir ateştir, yangındır uçsuz bucaksız ormanları yese de doymayan. Bir hava kütlesidir gönül; ne zaman, nerede olacağı belli olmayan ve hiçbir yere sığmayan. Bir yarasadır gönül, gözleri gerçekleri tam olarak görmeyen ama herşeyden haberi olan. Gönül aslında sevgilisine duyduğu aşktan deliye dönmüş. O'na hasretten yanıp kavrulmuş. Kendini onu aramaya vermiş, arayıp yerini kaybetmiş. Gözleri sevgilisini görmese de ona iman edip köle olmuş. İnsanoğlunun maneviyatı ve Allah'a bir tür şükrü, bir tür zikri belki de baş koyduğu bu yolun ilk adresidir gönül.

İnsanın ihlas boğazıdır. İki sevgiliyi azgın ejderhalardan uzak tutup, kavuşturan. Maddi alemden manevi aleme sevgilinin kalıcı, gerçek alemine geçisi sağlayan bir hakikat perdesidir bir nevide. Bence budur gönlün asıl amacı, yaratılış sebebi nefse kul, şeytana yuva olmak değil de, Yaratanla bütünleşmeyi sağlamaktı. Kötülüklere mesken olmak yerine iyiliklere ve sevgilere kucak olmaktı.

İşte amacı buydu gönlümüzün...
 

Kaynak: Merve İnce - Ahenk Dergisi - Sayı:4

İstanbul'un Sekizinci Tepesi

 
 
Yahya Kemal'in ölümünden 2 yıl önce doğum yıldönümünü kutlamak için sevenleri adet olduğu üzere toplandığında Behçety Kemal, bir şiirini okudu. Şiirinde onun İstanbul'un sekizinci tepesi olduğunu söylüyordu:
 
Sanat diye, sevgi diye, zevk diye
Ruhumuzun kulağının küpesi
Fuzuli, Naili, Necati, Nedim
Bu akşam alnından bir bir öpesi
O yedi tepeyi en iyi gören
İstanbul'un sekizinci tepesi
 
İstanbul'un 8. tepesi Yahya Kemal, edebiyatımızda İstanbul şairi olarak da bilinir. İstanbul'a hayran, ona aşık bir şairdir. Ancak Ankara'ya bir türlü ısınamamıştır. Ankara başkent olduktan sonra kimi şairler bu şehre övgüler düzmeye başlar. Behçet Kemal Çağlar bunlardan biridir. Ankara'ya güzellemeler yazar. Benzer şiirleri İstanbul şairinden de beklerler. Fakat nafile, Yahya Kemal Ankara için şiir yazmaz. Bir gün meraklısının biri kendisini tutamaz ve sorar:
- Üstat, Ankara'nın hiç mi güzel tarafı yok?
-Var.
- Peki, nesi güzel? diye sormaya devam edince üstat nükteli cvabını verir:
-İstanbul'a dönüşü.
 
Kaynak: Ahenk Dergisi - Sayı: 4

15 Kasım 2012 Perşembe

Osmanlı'nın İhtişamına Bir Örnek



Onuncu Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman (1495-1566) döneminde, Sivas vilayetimizin bütçesi 20 milyon altındı. Buna karşılık, yine aynı dönemde, Fransa Birleşik krallığı'nın bütçesi 4 milyon altın ve Birleşik İngiltere Krallığı'nın bütçesi 3,5 milyon altındı. İnsan nereden nereye diye düşünmekten kendini alamıyor.

9 Kasım 2012 Cuma

Bir Tas Yoğurt Ve Süleymaniye Camii

 
Kanuni Sultan Süleyman İstanbul'daki Süleymaniye Camii'ni yaptırırken ustalara sıkı sıkı tembih ediyordu. Diyordu ki: "Bu baki eserin sadece benim defterime kaydolmasını arzu ediyorum. Kimsenin bunun içinde bir katkısı olmasını istemiyorum. Sakın ha kimseden bir şey almayın" der. Ustalar çalışıyor, cami, kubbe kubbe yükseliyor. Karşedan mahzun mahzun bir nine, ustaları ve o koca mabedi seyrediyor. İçinden de yardım hevesi duyuyor. Fakat elinde avucunda hiç birşeyi olmayan o nineciğin sadece iki keçisi var ve onların sütleriyle geçiniyor. Düşünüyor: "Ey Allah'ım! Süleyman'a servet ve saltanat verdin. Senin uğrunda cami yapıyor. Bu fakir kuluna birşey vermedin. Ne edeyim ki ben Senin rızanı kazanayım? Benim elimden öyle büyük işler gelmez. Benim elimden sadece o ustalara bir tas yoğurt hediye etmek gelir." Gidiyor ustalara müracaat ediyor: "Evladım, ben fakir bir kadınım.Ben cami yapamam. Ancak elimden bir tas yoğurt hediye etmek gelir. Rica edeceğim bu yoğurdumu kabul edin." Ustalar Kanuni'nin tembihatı karşısında: "Hayır ana, kabul edemeyiz! derler. Kadın ısrar eder. Ağlar, sızlar: "Ne olur oğul!" der."Benim başka yapacak hayrım yoktur.Bu sadaka-i cariye içinde damla damla damlayan bir yoğurdum olsun." der. Ustalar kadının bu yalvarışını ve sızlanmasını kıramazlar. Onun gönlünü hoş etmek için o bir tas yoğurdu alır ve yerler. İçleri serinler. Büyük Hükümdar o gece rüyada, yaptığı hayrın tartıldığını görür. Koca Süleymaniye Camii, terazinin bir kefesine konmuş tartılıyor. Allah'ın huzurunda ne değerdedir diye baha biçilecek. Kanuni bakıyor. Fakat ne gariptir ki Koca Sülemaniye'yi taşıya kefeye mukabil öbür kefeye bir tas yoğurt konmuş. Ama yoğurt öyle ağır basıyor ki, yoğurdun konduğu kefe zeminde, öteki kefe ise yüksekte. Koca caminin değeri bir tas yoğurt kadar bile yok. Sabahleyin dehşet içinde uyana Kanuni, doğruca ustaların yanına koşar: "Ne yaptınız siz öyle?" der. Ustalar korku içinde anlatırlar:"Vallahi hükümdarımız, yaşlı bir nine geldi. Izdırap içinde bize yalvardı. Biz de ağlamasına tahammül edemedik bir tas yoğurt aldık, yedik." Bunu duyan Kanuni, gördüğü rüyayı kederli olarak dile getirdi: "Ben alem-i manada gördüm. O bir tas yoğurt, niyet ve ihlasından dolayı Allah katında Süleymaniye'den daha ağır tutuluyordu. Onun değeri ilahi ölçüler içinde Süleymaniye Camii'nden daha da fazla geliyordu..."

Yapılan işlerin büyüklüğüne ve küçüklüğüne bakılmaz. İşlerin samimiyetine bakılır. Küçük de olsa samimi olarak Hakk'ın rızasına varmak için yapılan işler, nice büyük hayırlardan daha önemli bir yer tutarlar. İşin çokluğu değil, işin samimiyeti önemlidir.Yeter ki samimiyet olsun!
 
...Alıntıdır...