TARİHİ FIKRALAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
TARİHİ FIKRALAR etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2011 Cuma

Asıl Hasta

Şibli

Büyük mutasavvuf Şibli hasta olmuştu. Halife ona, ateşe tapan bir hekim gönderdi. Hekim hastaya sordu:
- Gönlün ne istiyor?
- Senin Müslüman olmanı.
- Yani ben Müslüman olursam, sen iyileşip kalkacak mısın?
- Evet
Bunun üzerine hekim kelime-i şehadet getirdi. Ve Şibli hemen canlandı, boynuna sarıldı. Sonra birlikte halifenin yanına gittiler. Durumu öğrenen halife bir gerçeği dile getirdi:
- Meğer ben hekime hasta göndermişim de haberim yokmuş.

Kaynak: Nesil

15 Temmuz 2011 Cuma

Hukukçunun Titizliği

Rıza Tevfik Bölükbaşı

Filozof ve şair Rıza Tevfik Bölükbaşı aynı zamanda hekimdi. Hasta bir yakınına bir ilaç göndereceğini söyler. Ertesi günü ilacı komşusu olan bir avukata hastaya ulaştırması için teslim eder. Aradan beş gün geçer. Rıza Tevfik hastayı görür ve ialcın gelmediğini öğrenince avukatın yazıhanesine gider ve durumu sorar. Avukat unuttuğunu söyler ve fütursuzca şöyle bir açıklama yapar:
- Üzülecek bir şey yok! İlacınız kaybolmuş değildir, bendedir! Hasta ölse bile devasını mirasçılarına teslim edeceğimden emin olabilirsiniz!

Kaynak: Nesil

20 Haziran 2011 Pazartesi

Nereye Gömeceğim?



Mete Han Çin ordusu ile karşı karşıya gelmiştir. Etrafı gözetmek için veziriyle bir tepeye çıkar ve bakar ki, Türk ordusu Çin ordusu karşısında bir avuç karınca gibi duruyor. Veziri Mete'nin geri çekiliceğini düşünerek Mete'ye sorar:

- Ne düşünüyorsunuz efendim?

Mete Han vezirine dönerek :

- Bu kadar Çinliyi ben nereye gömeceğim ?

...Alıntıdır...

12 Haziran 2011 Pazar

Gelmediğimi Söyle

Recaizade Mahmut Ekrem


Recaizade Mahmut Ekrem (Araba Sevda'sının yazarı), evde olduğunu bildiğini Ahmet Cevdet Paşa'yı ziyaret etmek ister. Evin önüne gelince kapı tokmağını çalar. Kapıyı açan uşak, içeriye girip tekrar gelir.
- Paşa hazretleri evde yok efendim, der.
Bu tavra canı sıkılan Ekrem uşağa tembih eder:
- Öyle ise paşaya benim gelmediğimi söyle!

Kaynak: Nesil Takvim

Ayakla Değil Kafayla



Padişah III. Selim Han, hüküm sürdüğü devirde dürüstlüğüyle tanınan bir bilgini kadı tayin eder. Bu alimin ayakkabıları pek eski ve yamalı imiş. Münasebetsizin biri bunun üzrine kadıya şöyle çatar:
- Böyle ayağına giyecek ayakkabısı olmayan adam kadı yapılır mı?
Kadı adama şu cevabı yollar:
- Kendisine söyleyin, biz hükümlerimizi ayağımızla değil, kafamızla veririz!

Kaynak: Nesil Takvim

8 Ocak 2011 Cumartesi

Tarihten Fıkralar - 5

Yahya Kemal'in Telifi

Fetih Cemiyeti 1970'li yıllarda Yahya Kemal'in Eğil Dağlar kitabının bir baskı hakkını Devlet Kitapları'na vermişti. Kitap basıldıktan bir memur gelir ve Fetih Cemiyeti Müdürü Osman Muhittin Elçioğlu'na sorar:
- Efendim Yahya Kemal Beyatlı'ya kitabın telif hakkını ödemek istiyoruz. Kendisini nerede bulabiliriz?
Osman bey, hüzünlü bir şekilde tebessüm ettikten sonra memura yardımcı olur:
- Eminönü'nden Beşiktaş'a geçin. Sonra Rumelihisarı'na çıkın. Aşiyan Mezarlığı'nda kendisini bulur, telifini ödersiniz.


Lisan Bilmemek

Çallı İbrahim, meşhur Paris seyahatinden yeni dönmüştü. Çevresine toplanan dostları merakla sayehatin nasıl geçtiğini sorarlar:
- Nasıl, memnun kaldınız mı?
- Çok!
- Lisan bilmemek yüzünden zorluk çektiniz mi?
Bu suale ünlü ressamın karşılığı şöyle olur:
- Onu bana değil, Parislilere sorun.

Hala El Ense Çekiyorlar


Her Gün gazetesine sabahın erken saatlerinde orta yaşlı bir adamcağız hışımla girip bağırır:
- Nerede o pehlivan tefrikasını yazan kişi?
- Burada, deyip Murat Sertoğlu üstada seslenirler:
- Murat Ağabey! Bir okuyucunuz geldi sizi arıyor.
Sertoğlu en sevimli haliyle ve teşekkür bekleyerk misafirinin yanına gelir. Ama tepki değişiktir:
- Yahu, bir hafta oldu, hala elense çekiyorlar. Yeter artık!

Minneti Ağır Ücret

Tevfik Fikret'in, içine kapandığı ve yalnız olduğu bir dönemde kazandıkları harcamalarına yetmez olur. Yakın bir dostu ona yüksek bir maaşla idarecilik teklifinde bulunur. Hassas şairin cevabı dokunaklı ve düşündürücüdür:
- Biz dostuz. Bana teklif ettiğin bu il daha az bir ücrete, benden bu konuda daha kabiliyetli birine yaptırılabilir. Ben bu işi kabul edemem. Ücreti yüklü, işi hafif, minneti çok ağırdır.

Teberrük


Müridin biri Bayezid-i Bestami'ye gelerek bir istekte bulunur:
- Hazret, cübbenizin bir ucundan bana kesip verseniz de, yanımda taşısam, belki amellerim daha sağlam olur.
Pirin cevabı asırlara ışık tutacak türden olur:
- Ey evladım' Değil benden bir parça kumaş alıp yanında taşıman, vallahi benim derimi soyup sana giydirsem, eğer sen istikamet üzere olmasan, bunun sana hiçbir faydası olmaz!

Yoğurtçu

Cemal Öğütçü Hoca Efendi, soğuk bir Ramazan günü sokaktan geçen yoğurtçunun sesini duyunca, kızı Hikmet Hanıma;
- Biraz yoğurt alır mısın? der.
Hikmet Hanım, evde yeteri kadar yoğurt olduğunu babasına söyler. Son derece hassas bir ruha sahip olan o insan:
- Zararı yok evladım! Sen yoğurdu harcayacak yer bulursun. Ama adamcağız yoğurdunu satabilseydi, bu soğukta sokağımızdan üç defa geçer miydi? der.


Devletin Cenazesi

Hürriyet Şairi Namık Kemal sohbet sırasında sık sık arkadaşlarına memleketin durumunun iyi olmadığını,uçuruma doğru sürüklendiğini,devletin yıkılmasından korktuğunu anlatmaktadır.

Arkadaşlarından biri: ''Yahu Kemal'' der,''Yıllardır devletin uçuruma gittiğini,yıkılacağını söyler durursun...
Ama bak devlet hala ayakta ölmedi!''deyince,koca şair acı acı gülümsemiş ve:

''Bu oduncu Mehmet efendinin cenazesi değil ki bir günde kalksın;Devletin cenazesi ancak 50- 60 yılda kalkar!''der.

Kaynak: Nesil Takvim

5 Aralık 2010 Pazar

Tarihten Fıkralar - 4

En Kıymetli Düğün

Muhibbi mahlaslı şair Kanuni Sultan Süleyman, şehzadelerini sünnet ettirirken muhteşem bir tören düzenletir. Daha önce benzer bir tören yaptıran veziri Makbul İbrahim Paşa'ya yaklaşarak sorar:
- Lala, ne dersin, senin düğünün mü daha mükemmeldi, yoksa benim düğünüm mü?
Paşa'nın cevabı mertçe ve mantıklıdır:
- Elbette benim düğünüm sultanım! Çünkü benim düğünümde cihan padişahı bulundu.

OkurYazar

Sultan Mahmut, bir gün İzzet Molla'ya, onunla ilgili merak ettiği bir hususu sorar:
- Molla! Allah, dostluğunuzu muhafaza etsin. Yesarizade ile hiç ayrılmıyorsunuz. Bu ne muhabbet?
Bu soruya şair, meşhur hattatı kastederek şu cevabı verir:
- Efendimiz! Yesarizade kulunuz yazı yazar. Bendeniz de biraz ders gördüm. İkimiz yan yana gelince okuryazar bir adam oluyoruz da onun için birbirimizden ayrılmıyoruz.

Kör Ve Sağırın Şiiri

Biri gözünün şehlalığından dolyı "kör" lakabıyla anılan sadrazam Mahmut Nedim Paşa'nın yeğeni ve "sağı" lakabıyla yad edilen Şehremini Ahmet Bey, Fuat Paşa'ya bir kaside yazarak takdim ederler. Paşa şiiri okur ama beğenmez; ne vezir var, ne kafiye. Paşa nezaketi elden bırakmadan:

- Teşekkür ederim, der. Kasidenizi amca paşanız görseler, pederiniz beyefendi de dinleseler onlar bile beğenirlerdi.

Oruç Borcu

Bir Ramazan günü III. Mustafa'nın veziri Koca Ragıp Paşa Şair Haşmet'e,
- Senin de borcun var mı Haşmet? diye sormuş.
- Evet efendim var, demiş.
- Ne kadar? deyince de,
- Mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş, şeklinde cevap vermiş.
Ragıp Paşa,
- Ben onu sormuyorum, oruç borcun var mı onu soruyorum? demiş. Şair Haşmet, bu soruyu da şöyle cevaplamış:
- Paşam oruç borcunu Allah sorar. Sizin soracağınız kul borcudur.

Oburun Elinden

Bir Ramazan ayında İzzet Molla iftar yemeğine davet edilmiş. Gittiği yerde oburun biriyle aynı sofraya oturmuş. Aceleyle ve hırsla yemek yiyen o şahıs bir ara tatlıya kaşığı daldırmaya kalkınca tatlı fırlamış, İzzet Molla'nın üzerine sıçramış. İzzet Molla tatlıya acıyarak bakmış ve şöyle demiş:
- A mübarek! Şu adamın elinden bana değil, Allah'a sığın.


Akıl ve Zeka

Harun Reşit'in veziri Yahya'ya "Baba" diyerek seslendiği ve kensine büyük saygı duyduğu anlatılır. Bir gün Harun Reşit'le veziri arasında şöyle bir konuşma geçer:
- Baba! Aklın da, zekanın da kaynağı beyindir. İkisinin de vazifesi bir demektir. Öyle olduğu halde neden bunlar ayrı isimlerle anılmıştır? Akıl ile zeka arasındaki ne fark vardır?
- Birbirinden ayrı olan her iki göz de aynı şeyi görür. Onların arasında ne fark varsa akıl ile zeka arasında da işte o fark vardır!


Derin Uyku

Kanuni Sultan Süleyman zamanında bir kadının evi soyulur. Şikayete gelen kadına padişah sorar:
- Hırsızlar evinize giriyor, her tarafı soyup soğana çeviriyor. Bu nasıl derin bir uykudur ki, hiçbir şey duymuyorsunuz?
Osmanlı toplum düzeninde, halkın idarecilere olan büyük güveninin de simgesi olan kadının şu cevabı Kanuni'yi çok etkiler:
- Hünkarım! Biz, sizi uyanık bildiğimiz için böyle derin uykuya daldık.


 
Kaynak: Nesil Takvim

30 Kasım 2010 Salı

Tavusu Çalan Adam



Adamın birinin tavus kuşunu çalmışlardı. Ama kimin ne zaman nasıl çaldığı bilinmiyordu. Adam çok değer verdiği tavusunu kurtarmak için bir şeyler yapmak istiyor fakat elinden de bir şey gelmiyordu.
Doğru İmam-ı Azam'a müracaat edip, bir akıl vermesini istedi. İmam-ı Azam hazretleri:
- Sen bunu kimseye söyleme, ben çaresine bakarım, dedi.
Bu hadisenin ardından İmam Cuma günü camide cemaate vaaz ederken bir ara durduk yere cemaate karşı şöyle seslendi:
- Ey benim komşumun tavus kuşunu çalan adam! Daha çaldığın kuşun tüyleri bile başında iken camiye gelmekten utanmıyor musun?
Bunun üzerine cemaatten biri, kendisinden şüphelenerek eliyle başında kuşun tüylerini aramaya başladı. İmam-ı Azam Hazretleri kuşu kimin aldığını anlamıştı:
- Git hemen çaldığın tavus kuşunu teslim et de ondan sonra camiye gel, dedi ve böylece hırsızı meydana çıkarmış oldu.

Kaynak: Nesil Takvim

17 Kasım 2010 Çarşamba

Tarihten Fıkralar - 3

Evdeki yangın

Eserleri bugün bile ilim alemince kaynak alınmakta olan büyük Türk alimi Katip Çelebi bir gün evindeki kütüphanesinde eserlerinden birini yazmakla meşgulken hizmetçisi kapısını açıp feryada başlamış:
- Aman Efendi Hazretleri, evde yangın çıktı, imdat!
Çelebi hiç istifini bozmamış, gayet sakin bir eda ile şöyle cevap vermiş:
- Git hanıma haber ver, bilirsin ki ben ev işlerine karışmam! Böyle şeylerde yetki onundur!


Atılan Taşlar İşe Yaramış

Sadrazam Keçecizade Fuat Paşa, açık sözlü bir yöneticiydi. Bazı fesat kişiler, yaptığı her işi olur olmaz eleştirir, aleyhinde türlü türlü sözler söyler, dedikodular yaparlardı. İstanbul sokaklarını yer yer kaldırımlarla döşemesi de bir aralık düşmanlarına dedikodu malzemesi olmuştu. Bir gün devlet adamlarından biri, bu kaldırımların nasıl ve ne ile yapıldığını kendisine sordu. Paşa'nın cevabı kısa ve anlamlıydı:

- Bize atılan taşlardan yapıldı!..


Martaval

Eski Maarif Nazırı Münif Paşa, kelimelerin asıllarını ve nereden geldiklerini araştırmayı severmiş. Bir gün Hoca Hayret Efendi'ye:
- Martaval kelimesinin aslını arıyordum, buldum. Mari-tavil (uzun yılan) imiş, der.
Hayret Efendi gülerek:
- Efemdim, der. Bana kalırsa bu da bir çeşit martaval!

Bilindiği üzere, martaval kelimesi uydurma söz anlamına gelmektedir.


Telaş mı Talaş mı?

Sultan II. Selim "Telaş" yerine "Talaş" kelimesini kullanırmış. Bir gün Türkçe sevdalısı nedimlerinden biri, padişahının bu hatasını zarif bir şekilde düzeltmek istemiş. Heyecanlı bir şekilde huzura çıkmış:

- Haşmetmeab! Bugün buraya gelirken bir inşaat yerinde yangın çıkmış, talaşlar tutuşmuş, ne kadar talaş, ne kadar talaş! Yangın mahallinde oturanlarda bir telaş, bir telaş ki ne telaş!

II. Selim vakayı sükunetle dinledikten sonra, nedimini teskin eder:

- Anladım, talaşa ne lüzum var!


Kırpıntı Bohçası

Büyük mahrumiyetler yaşayan Peyami Safa ile büyük bir mirasa konan Nadir Nadi anlaşamazlarmış. Bir gün Nadir Nadi, Peyami Safa'ya "Kart Yobaz!" diye hakaret edince romancımız şu zarif cevabı verir:
- Siz insanı cildinin tazeliğiyle mi, yazdığı ciltlerle mi değerlendirirsiniz?
Bu sözden alınan Nadir Nadi, hemen gazetede yayımlanan makalelerini toplar ve bir kitap olarak yayımlar. Apar topar hazırlanmış olan bu kitaba Peyami Safa'nın yakıştırması şöyle olur:
- Kırpıntı Bohçası!


Dervişin Duası

Fatih Sultan Mehmet, İstanbul'u fethetmiş ordusuyla birlikte şehre girmektedir. Halk arasından bir derviş fırlayıp önüne çıkarak atın yularından tutar:
- Padişahım, unutma sakın, İstanbul'u sen, biz dervişlerin duaları sayesinde fethettin!
Fatih hafifçe gülümser. Elini kılıcına atıp yarıya kadar sıyırır:
- Doğru söylersin, ama şu kılıcın da hakkını unutma!

Kör Talih

Bir şair, bir kaside yazarak Timurlenk'e sunar. Timur kasideyi beğenir, ancak şairin bir gözünün kör olduğunu görünce merakla,
- mahlasınız nedir? diye sorar.
- Talih cevabını alınca aksak Timur gülümseyerek,
- Çok isabetli bir mahlas bulmuşsun. Talihin gözü kördür derler, diyerek acımasız bir nükte yapar.
Ama şairin Timur'a verdiği cevap, yenilir yutulur cinsten değildir:
- Hakkınız var! Gözü kör olmasaydı sarayınıza girer miydi?


Azrail'i Kandırmak

Bektaşi iyice yaşlanmıştır. Artık ölümü beklemektedir. Bektaşi kendi kendine düşünür:
- Ne yapsam da şu ölüm günümü biraz daha uzatsam.
Biraz düşündükten sonra aklına bir fikir gelmiş. Derken bir gün Azrail gelip, Bektaşi'nin yanına sokulmuş. İşte tam bu esnada Bektaşi ağlamaya başlamış:
- Ingaaa! Ingaaa! Ingaaa!
Azrail Bektaşi'nin kulağına eğilmiş:
- Atta, atta, haydi attaya! demiş.


Kim Yaşlı?

Yavuz Sultan Selim, Mısır Seferi'ni tamamlayıp ülkeyi fethetmişti. Kahire sokaklarında dolaşırken rastladığı yaşlı birine takılmak istedi:
- Sen mi daha yaşlısın, yoksa ben mi?
- Elbette ben yaşlıyım! Fakat genç olsam yine senden yaşlı olurdum!
- Bu ne demek?
- Çünkü bizim gibi fakirler iki türlü yaşlı olur. Mesela, ben hem kendim yaşlıyım hem de gözüm yaşlı. Şu katmerli yaşlılığıma göre, genç de olsam, yine sizden yaşlı olacaktım!


...alıntıdır...

Tarihten Fıkralar - 2

Kesilen Sakal

Osmanlı İmparatorluğu, İnebahtı Savaşı'nda mağlup olmuştu. Bu yenilginin Türk toplumu üstündeki etkisini anlamak isteyen Venedik Elçisi, İstanbul'a gelir ve Sokullu Mehmet Paşa'yı ziyaret eder. Sokullu çok zekidir, durumu hemen anlar ve elçiye söz verilmeden konuşmaya başlar:
- Siz söylemeseniz de ziyaretinizin hakiki sebebini anlıyorum. Biz Kıbrıs'ı almakla sizin kolunuzu kopardık. Siz de İnebahtı'da donanmamızı yakmakla bizim sakalımızı tıraş ettiniz. Kesilen sakal daha gür uzar ama koparılan kol bir daha yerine gelmez.


Remzi Baba

 19. yüzyıl sonlarında yaşamış kılığı perişan,sarığı karmakarışıktır.Paramparça cübbesinin üstüne kuşak bağlamıştır.Ama doğaçtan (irticalen) şiir söyler.

Remzi Baba bir gün,bir aşçı dükkanında ciğer yemiş,parasını verememiştir.Aşçı öfkesinden acı sözlerle onun ciğerini sızlatır.O sırada tanıdıklarından birinin geldiğini görünce Baba hemen onun yardımına aşağıdaki dörtlükle sığınır.

Tuzladı aşçı, dilile yüreğim yaresini
Ciğerim paresi gel ver ciğerin paresini
Ben demem aşçıya bir şey, dilerim Mevla’dan
Bat barzarında mezad eyliye ızgaresini.


Baba Yaver-i Şikemperver

 İSTANBUL Ramazanlarıyla ilgili olarak Süheyl Ünver Hoca bir yazısında Ahmet Râsim’den naklen şunları anlatır:

(Meşhur oburlardan zavallı Baba Yâver yeme ve içme husûsunda unutulacak insanlardan değil. Bir Ramazan gecesi mühim bir yerde iftarda, bakın neler yemiş ve içmiş:

*Üç türlü orta kâse çorba

*On kişilik bir sofraya getirilen pastırmalı yumurtanın üçte ikisi

*Sırt sırta verilmiş iki hindinin kezâ üçte ikisi

*Bir kayık sahan emir dolma

*Bir sahan kuşbaşı kebap

*Bir mertebânî tabak sakız muhallebisi

*Bir okkalık küçük bir tepsi baklava

*Kefenli, üzümlü, fıstıklı, havuçlu, biberli bir ufak lenger Buhara pilâvı

*Kaymaklı bir hayli kayısı kompostosu.

Nihâyet dudakları morarıyor, gık diyemeyecek bir hâle geliyor. Oturduğu yerden kalkamayarak uyuklamaya başlıyor. O esnâda ev sâhibi galiba patlayacak vehmiyle Baba Yâver’i hafifçe dürterek:

—Baba, Baba! Sana bir setliç, karbonat veya konyak vereyim mi?

Diye uyandırınca:

—‘’Onları istemem evlât. Biraz kızarmış ekmekle bir dilim kaşar peyniri getirsinler. Yediklerimi hazmettirir.’’

Diyor.

Bu hâli Ahmet Râsim’in zamânında gazetelerden birisine böylece bir fıkra hâlinde yazması üzerine, Baba Yâver bunu haber alır ve: ‘’Bana nazar değdirecek’’ diye beş on gün ona küskün durur. Bir gün Baba Yâver şiş karnıyla yanlarına gelerek:

--‘’Yemeğimi yedim, öyle evden çıktım.’’

Dediği hâlde, Basra mektupçusu Re’fet Bey’in dâveti felâketi ile karşılaşmış. Orada tok karnına yedikleri ve içtikleri:

*Eski yirmilik şişlerden 45 şiş kebabı

*Yirmi şiş köfte

*Dört tabak kuskus pilâvı

*Otuz beş kâse üzüm hoşafı.

Akabinde bezik masasına oturmuş, pek sevdiği oyununa kavuşmuş… Son senelerinde zayıflamış,85 sene tıka basa kendisini doyuran bu zât,âhirete aç karnına gitmiş.)


KADER

Fatih Sultan Mehmet, çocukluğunda biraz yaramazlık yapınca, babası olan 2. Murat Han:
-”Ne kadar yaramaz bir çocuksun, senden adam olmaz” diye çıkışır.
Orada bulunan ve velâyet sırrıyla kalp gözü açık olan Akşemseddin Hazretleri, hafifçe gülümseyerek şöyle der:
-Peder ne der, kader ne der.


İYİ BİR ÇOBAN

Eski Roma’da eyalet valilerinden biri, Kayser Tiberius’a vergilerin artırılmasını teklif edince, şu cevabı almış:
- İyi bir çoban, koyunlarının yününü kırpar ama derisini yüzmez.

İFTİHAR

Şeyh Şâmil, çarlık idaresi tarafından yakalanıp esir edildiğinde, Çar II. Aleksandır:
- Sizin gibi büyük bir insanı misafir etmekle iftihar ederim deyince,
Şeyh Şâmil in cevabı şu olmuş:
- Siz benim misafirim olsaydınız, ben daha çok iftihar ederdim.

HERŞEYİNİ ALDIM AMA

Halet Efendi, kendisine dalkavukluk etmeyen Moralı Osman Efendiyi bir takım basit işlerle Anadolu’da dolaştırır. Ama onun bir gün kendisini görmek için geldiğini duyunca, sofaya koşarak karşılar ve gideceği zaman da merdiven başına kadar uğurlar. Olaya şahit olan İzzet Molla:
- Efendim! der. Bu adama etmediğiniz kötülük kalmadı. Şimdi bu kadar iltifat edişinizin hikmeti nedir?
Halet Efendi cevap verir:
- Evet, ben bu adamın her şeyini aldım. Ama üzerinde bir “efendilik” var ki, onu bir türlü alamıyorum. Onu görünce de saygı duymak zorunda kalıyorum.

GÜNLÜK

Bir Hristiyan, Ahmed Vefik Paşa ya:
-Camilerinizde niçin günlük (bir çeşit koku) yakmıyorsunuz? diye sorduğunda, ondan şu cevabı almış:
-Bizimkiler abdestlidirler. Yellenmezler. Onun için günlük yakmıyoruz.

...alıntıdır....

Tarihten Fıkralar - 1

Allah'la Kul Arası

Osman Yüksel serdengeçti, dini yayınlar yapmaktan dolayı mahkemeye verilmişti. Savcı:
- Sayın hakimler, bunlar kulla Allah arasına giriyorlar, dini siyasete alet ediyorlar! diye ithamda bulununca serdengeçti karşılık verir:
- Hayır hakim bey! Biz Allah'la kul arasına girmiyoruz. Aksine savcı beyin kendileri Allah'la bizim gibi kullar arasına polisi sokuyor.


Allah'ın Kulu

Hırsızın biri bir bahçede ağacın tepesine çıkmış bütün gücüyle ağacı silkeleyip duruyordu. Bunu gören bahçe sahibi koşup gelerek:
- Be adam! Benim ağacıma çıkmış öyle ne yapıyorsun? Allah'tan korkmuyor musun?
Ağaçtaki hırsız pişkin bir şekilde cevap verdi.
- Neden bana bağırıyorsun? Allah'ın bahçesinde, Allah'ın bir kulu, Allah'ın yarattığı meyvelerden yiyor.
Bu pişkinlik karşısında iyice çileden çıkan bahçe sahibi, hizmetçisine seslendi:
- Aybek! Getir şu ipi de şu adama ağzının payını vereyim.
Hizmetçi ipi getirince bahçe sahibi hırsızı yakalayıp ağaca sıkıca bağladı, sonra da eline aldığı bir sopayla vurmaya başladı. Hırsız yediği sopaların acısıyla feryada başladı:
- Ne yapıyorsun be adam! Allah'tan kork, beni öldüreceksin
Bahçe sahibi şu cevabı verdi:
- Neden bağırıp duruyorsun? Allah'ın bir kulu, Allah'ın başka bir kulunu Allah'ın sopasıyla dövüyor!


 
Sen Buçuk Akçe Etmezsin
Timur, cennet gibi güzel Anadolu'ya gelince, oranın ariflerinden Ahmedi, onun sohbetlerinde bulunur. Yine bir gün Timur ile hamamda eğlence ve sobet meclisini kuraralar. Timur'un neşesi yerindedir. Ahmedi'ye şöyle der:
- Şu mecliste bulunan beylere, nedimlere ve hizmetçilere değer biçsek, acaba ne tutar? Çarşıda satamaya kalkışsak ne kadar para getirir?
Ahmedi her kişiye bir fiyat verdikten sonra Timur tekrar sorar:
- Ya ben ne kadar ederim, pazara çıkarsalar da satsalar ne kadar para getiririm?
Ahmedi hiç düşünmeden cevap verir:
- Otuz beş akçe!
Timur şaşırır:
- Bu nasıl söz? Yalnız belimdeki peştamalın bedeli otuz beş akçe eder.
Ahmedi:
- Ben de otuz beş akçeyi o peştamal için dedim. Yoksa sen buçuk akçeye değmezsin. İki pul getirmezsin.
Bu açık kalplilik Timur'a son derece hoş gelir, mecliste altın, gümüş ne varsa hepsini Ahmedi'ye bağışlar.


Oturan Millet

Osman Hamdi Bey, “oturan bir millet” olduğumuzu söylermiş. Bir gün dostlarına şöyle dert yanmış:

- Biz oturmayı pek severiz. Konuşmalarımıza dikkat edin. Mesela, birine sorarsınız, ‘Peder bey ne yapıyor?’ ‘Ne yapsın, evde oturuyor’ der. ‘Nerede oturuyorsunuz?’ diye sorarsınız, ‘Kadıköy’de oturuyoruz’ derler. ‘Nereye gidiyorsunuz?’ diye sorsanız, ‘Ahmet Beylere oturmaya gidiyoruz’ derler. ‘Bayramda ne yaptınız?’ dersiniz, ‘Ne yapacağız, evde oturduk’ derler. Hoca çocuğa, ‘Yaramazlık etme, uslu otur!’ der.



Tazı

Cimri bir vezir, bir gün yardımcısına, bir tazı bulmasını söylemiş. yardımcısı da, kocaman, tavlı bir çoban köpeği bulup getirmiş. Vezir çıkışır:
- Ben senden tazı istemiştim. tazı ince belli, zayıf, sıska, karnı sırtına yapışmış bir hayvandır. Oysa senin getirdiğin...
Yardımcısı gülerek araya girer:
- Efendim! Hiç merak etmeyiniz. Bu tavlı çoban köpeği mahiyetinizde bir ay kalsın, Allah'ın izniyle tam tarif ettiğiniz hale gelir.

Şamlınındır
 

"Hz. Ali'nin şehri Kûfe'den bir Arap, devesiyle Şam'a gelmiş.
Şam'da dolaşırken, biri yanaşıp deveyi sahiplenmiş:
"Ver o dişi deveyi bana!"

Kûfeli Arap, "Bu deve benimdir, üstelik erkektir" diye kendini savunmaya çalışsa da anlaşamamışlar, iş ulemaya kadar yansımış.

Ulema, tarafları dinlemiş, sonra da kararını açıklamış:
"Bu dişi deve Şamlınındır!"
Sonra halka dönmüş: "Ey cemaat, bu dişi deve kimindir?"
Hep birlikte bağırmışlar: "Şamlınındır!"

Ulema Arap'a dönüp demiş ki:
"Kûfeli, dinle! Biliyorum, bu deve senindir ve erkektir. Dönünce Ali'ye de ki: Ulemanın dişi deveyi erkekten ayıramayan, o ne derse "evet" diyen 10 bin adamı var! "...


 
Yüzük Mü Parmak Mı?

Sultan III. Ahmet'e çok kıymetli bir zümrüt yüzük hediye ederler. Padişah bir divan toplantısında yüzüğünü vezirlerine gösterir ve sorar:
- Acaba bundan daha kıymetli yüzük gördünüz mü?
Bütün vezirler:
- Hayır efendimiz. Bundan daha kıymetli bir şey görmedik, cevabını verirler. Ancak Sadrazam Nevşehirli İbrahim Paşa itiraz eder:
- Bundan daha kıymetli şey vardır, padişahım!
Ve sözlerini şöyle tamamlar:
- O yüzüğün takıldığı parmak!



...alıntıdır... Nesil Takvim...