Dini Hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Dini Hikayeler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Mayıs 2012 Salı

Hz. Rabia ve Hırsız


Bir gün namazda iken evine hırsız giren Hz. Rabia, namazını bitirinceye kadar hırsızın bir şey bulamayıp eli boş döndüğünü anlayınca seslendi: "Ey muhtaç adam, bari ibrikteki sudan abdest alıp iki rekat namaz kıl da emeğin büsbütün boşuna gitmesin..."
Hırsız şaşırmış ve korkuyla karışık bir ruh haline kaplanmıştı. Hemen abdest alıp orada namaza durdu. Hz. Rabia bundan sonra ellerini kaldırıp dua etti:
"Ya Rab, bu muhtaç, benim evimde alacak bir şey bulamadı, onu Sen'in kapına gönderdim. Sen elbette benim gibi değilsin. Onu boşçevirmezsin."
Namazı bitiren hırsızın, tövbe etmeye başladığını duyunca, bu dfa da şöyle yalvardı Hz. Rabia:
"Ya Rab, bu adam kapında birkaç dakika bekledi, hemen kabul ettin; ama bu aciz, bütün ömür boyu kapındaydı, hala böyle kabul edilemedim!" O sırada kalbine doğan söz şöyleydi:
"Üzülme! Onu senin hürmetine kabul ettik."
Kaynak: Aşkın Gözyaşları Tebrizli Şems - Sinan Yağmur (209. sayfa)

Birisi "Allah" deyince onun dudağı tatlanırdı. Şeytanın ona, "Ey çok konuşan herif! Bu kadar Allah demene karşı O'ndan hiç 'buyur kulum' diye biavallı adam şeytanın bu sözlerine çok üzüldü ve ağladı. Rüyasında Hızır (a.s.) göründü ve ona "Neden Allah demeyi bıraktın?" diye sorunca adam, "Bana O'ndan hiç cevap gelmiyor. Ne yapayım? Sonra O'nun kapısından kovulmaktan korkuyorum." dedi. Hızır (a.s.), "Senin 'Allah' demen zaten O'nun 'Kulum ben buradayım' demesidir. Senin niyazların, yakarışların ve dertlerinin hepsi ona haberci olarak ulaşır." deyip adamı teselli etti. Allah her an haır ve nazır olduğu için O'nun cevap vermesi gerekmez. Kelimesiz ve sessiz duygular hep O'na ulaşır.
Kaynak: Aşkın Gözyaşları Hz. Mevlana - Sinan Yağmur (234. sayfa)

Riyadan Uzak Durmak


Vaktiyle bir derviş,bir Ramazan akşama iftara davetliydi. Derviş, yatsıya yakın evine döndü ve karısından mümkünse kendisi için sofra hazırlamasını istedi. Karısı:
- Sen davette değil miydin? Ne yemeği?
- Sorma! Çok yersem arkamdan "Halis derviş değilmiş" diye konuşmalarından korktuğum için pek birşey yiyemedim.
- Tamam. Sen şu akşam namazını kıl da ben o arada sofrayı hazırlayayım.
- Ama, ben akşam namazını orada kılmıştım.
- Sen arkamdan kötü konuşurlar diye pek yemek yiyemediğine göre, arkamdan iyi konuşsunlar diye namazı da uzatmışsındır. Hadi, akşam namazını bir daha kılıver de o arada sofrayı hazır edeyim.
Riayet edilir ki, hanımının bu ikazından sonra dervişin aklı başına gelmiş ve riya derdinden kurtulup halis bir derviş olmuş.
Beklentisi olmayanın hayalkrıklığı olmaz. Aşkın kapısına varmayanın yarası asla olmaz.
Kaynak: Aşkn Gözyaşları Hz. Mevlana - Sinan Yağmur (237. sayfa)

20 Ekim 2011 Perşembe

Hiç Dost, Dostunu Öldürür Mü?



Ölüm vakti gelip karşısında Hz. Azrail'i (a.s.) görünce Hz. İbrahim (a.s.) biraz nazlandı:
- Ey Azrail! Hiç dost, dostu öldürür mü?
Azrail (a.s.), nasıl bir cevap vereceğini bilemedi Allah dostuna. Zira vazifesi boyunca hiç böyle bir soruyla karşılaşmamıştı. Çaresiz bir halde Rahman'ın huzuruna döndü ve medet istedi...
Alemlerin Rabbi:
- Git ona ve sor bakalım, dedi. Hiç dost, dosta kavuşmaktan kaçınır mı?
Azrail'den (a.s.) bu nefes kesici cevabı alan İbrahim (a.s.) mest oldu. Ve dedi ki:
- Ey Azrail! Elini çabuk tut. Dostu dostuna bir an evvel kavuştur.

Ölüme bile böyle baktığımızda nasıl da rengi değişiyor. Güllük gülistanlık oluyor. Demek ki temelde hadiselere bakışımız, başımıza gelen bela ve musibetlerin de rengini böylesine değiştirebilir. Velhasıl hayat yolculuğunda herşey güzelleşir; ya bizzat veya sonuç itibarıyla...

Kaynak: Nesil

15 Temmuz 2011 Cuma

Allah Dostlarının Gönlü

Dervişin biri Bayezid-i Bistami'ye (k.s.) şöyle der:

- Beni Allah'a yaklaştıracak bir iş tavsiye et!

Bayezid-i Bistami (k.s.) ona şu öğüdü verir:

- Allah'ın veli kullarını sev. Onların gönlüne girmeye çalış. Çünkü Allah, her gün o ariflerin kalplerine 360 defa nazar eder. Bu nazarlar esnasında seni orada bulsun!

Kaynak: Osman Nuri Topbaş (Bir Testi Su)

Neden Yüceldiler?

Bişr-i Hafi (rh.a.) anlatır:

Resul-i Ekrem'i (s.a.v.) rüyamda gördüm. Buyurdular ki:
- Ey Bişr! Allah seni akranların arasında nasıl yükseltti, biliyor musun?
- Hayır, bilmiyorum ey Allah'ın Resulü, dedim.
Resulullah (s.a.v.),
- Salihlere hizmet, mümin kardeşlerine nasihat ettiğin, arkadaşlarına ve sünnetime uyanlara sevgi beslediğin ve benim yoluma uyduğun için, buyurdular.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş (Bir Testi Su)

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Sen Namaz Kılmadın!


Rifâa İbnu Râfi' (r.a) anlatıyor:
Biz mescidde iken bedevî kılıklı bir adam çıkageldi. Namaza durup, hafif bir şekilde rükunleri, tesbihleri kısa tutarak namaz kıldı. Sonra namazı tamamlayıp Resülullah (s.av)'a selam verdi.
Efendimiz:
- "Üzerine olsun. Ancak git namaz kıl, sen namaz kılmadın! buyurdu.
Adam döndü tekrar namaz kılıp geldi, ...
Resülullah'a selam verdi. Aleyhissalâtu vesselâm selamına mukabele etti ve:
- Dön namaz kıl, zîra sen namaz kılmadın! dedi.
Adam bu şekilde iki veya üç sefer aynı şeyi yaptı, her seferinde Aleyhissalâtu vesselâm:
- Dön namazkıl, zîra sen namaz kılmadın! dedi.
Halk korktu ve namazı hafif kılan kimsenin namaz kılmamış sayılması herkese pek ağır geldi.
Adam sonuncu sefer:
-Ben bir insanım isabet de ederim, hata da yaparım. Bana hatamı göster, doğruyu öğret!" dedi.
Aleyhissalatu vesselâm:
-Tamam. Namaza kalkınca önce Allah'ın sana emrettiği şekilde abdest al. Sonra ezan okuyarak şehadet getir. İkâmet getir namaza dur. Ezberinde Kur'an varsa oku, yoksa Allah'a hamdet, tekbir getir, tehlîl getir, sonra rükuya git. Rükü halinde itmi'nâna er (âzâların rüküda mütedil halde bir müddet dursun). Sonra kalk ve kıyam halinde itidâle er, sonra secdeye git ve secde halinde itidale er, sonra otur ve bir müddet oturuş vaziyetinde dur, sonra kalk. İşte bu söylenenleri yaparsan namazını mükemmel kılmış olursun. Bundan bir şey eksik bırakırsan namazını eksilttin demektir."

Resülullah (s.a.v)'ın bu sonuncu sözü Ashâb'a önceki: (Dön, namaz kıl, zîra sen namaz kılmadın!) sözünden daha kolay ve rahatlatıcı oldu. Zîra busöze göre, sayılanlardan bir eksiklik yapan kimsenin namazında eksiklik oluyor ve fakat tamamı hebâ olmuyordu.

Namazı dosdoğru kılanlardan olmak dileğiyle.

Kaynak: Cennet Yolu

3 Mayıs 2011 Salı

Hal Dili - 3

Ya Şeytan İmanını Çalsaydı?
Bir gün adamın biri Sehl b. Abdullah Tüsterî k.s. hazretlerinin yanına gelerek,

- Evime hırsız girdi ve eşyalarımı alıp götürdü, diye şikâyette bulundu. O da,

- Allah Tealâ’ya şükret, eğer iman hırsızı olan şeytan kalbine girip de tevhid inancını bozsaydı o zaman ne yapardın?” dedi.

Kuşeyrî, Risâle

Duvarın Dibinde Beklerken
Evliyanın büyüklerinden Abdullah b. Mübarek k.s.’nin tevbe edip yüzünü Hakk’a dönmesinin sebebi bir cariyeye olan aşkı idi. Cariyeye öyle vurulmuştu ki yerinde duramıyordu. Bir kış gecesi gidip, kadının duvarı dibinde sabaha kadar onu bekledi. Arada bir dışarı çıktığında kadını görebiliyordu.

Bütün gece kar yağmıştı. Sabah ezanı okununca yatsı ezanının okunmakta olduğunu sandı. Ortalık aydınlanınca durumun farkına vardı. Kendi kendine:

– Yazık sana Abdullah, utan! Sırf nefsinin hevesi için böyle bir gecede sabaha kadar ayakta dikildin durdun. Eğer imam namazda uzun bir süre okusa deli olursun, dedi.

Bu üzüntüyle tevbe etti. Kendini ibadet ve taate verdi. Nihayet öyle bir dereceye ulaştı ki, bir gün bağa giden annesi, onu bir ağacın altında uyurken bir yılanın ağzına bir nergis yaprağı alıp sinekleri ondan uzaklaştırdığını gördü.

Tezkiretü’l-Evliya

Semerkand Dergisi Mart 2011 Sayısı

Hal Dili - 2

Sultan’ın Denize Atılan Yüzüğü
Kanunî Sultan Süleyman bir gün boğaz gezisi yaparken, kayığını Beşiktaşlı Yahya Efendi dergâhının tarafında kıyıya yanaştırıp Efendi hazretlerini de yanına davet etmişti. Yahya Efendi k.s. da beraberinde nur yüzlü bir zatla geldi.

Boğazda seyir halinde olan kayıkta Kanunî ile Yahya Efendi birbirleriyle tatlı bir sohbete başladılar. Fakat misafir zat bu sohbete katılmamıştı ve sürekli padişahın parmağındaki pek kıymetli yüzüğe bakıyordu. Durumu fark eden Kanunî yüzüğünü çıkarıp o zata verdi. Ancak o zat yüzüğü aldığı gibi denize fırlattı. Sultan buna içerlediyse de Yahya Efendi’nin hatırına bir şey demedi.

Gezi nihayete erip kıyıya yanaştıklarında, o zat eğilip denizden bir avuç su aldı ve kendisine hayretle bakan Kanunî’ye uzattı. Zatın elinde az evvel fırlattığı yüzüğünü gören Kanunî yüzüğünü aldı. Bir şeyler diyecekti ki, o nur yüzlü zat hızla yanlarından uzaklaşıp gözden kayboldu. Sultan iyice şaşırmıştı.

Yahya Efendi, mütebessim bir şekilde izah etti:

– Sultanım! Bu zat görmeyi epeydir arzuladığınız Hızır Aleyhisselam idi, dedi.

Osman Nuri Topbaş, Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı


Kanunî ve Karıncalar
Müderrislik, kadılık, kazaskerlik vazifelerinden sonra şeyhülislâmlık da yapan büyük âlim Ebussuûd Efendi, Kanunî Sultan Süleyman döneminin büyük şahsiyetlerinden biridir.

Bir gün Kanunî Sultan Süleyman, sarayın bahçesinde armut ağaçlarını kurutan karıncaların telef edilmesi için Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’den aşağıdaki beyitle fetva istedi:

“Dırahta ger ziyân etse karınca / Zararı var mıdır ânı kırınca?”

Yani: “Eğer ağaca karınca zarar verse, onu öldürmek caiz midir?” diye sordu.

Padişahın bu fetva talebi üzerine, Ebussuûd Efendi de şöyle bir beyitle cevap verdi:

“Yarın Hakk’ın dîvânına varınca / Süleyman’dan hakkın alır karınca!”

Bir karıncayı bile incitmekten çekinecek kadar mükemmel bir manevi terbiyeden geçmiş bulunan Kanunî hem dirayetli bir kumandan, zeki ve teşkilatçı bir devlet adamı ve hem de alim ve edip bir şahsiyetti.

Abide Şahsiyetleri ve Müesseseleri ile Osmanlı

Semerkand Dergisi Mart 2011 Sayısı

Hal Dili - 1

Üç Binek

Bir defasında İbrahim b. Edhem k.s. hazretlerine:

– Zamanınızı nasıl geçiriyorsunuz, diye soruldu. Dedi ki:

– Elimin altında üç bineğim var.

• Bir nimete kavuştuğum zaman şükür bineğine binerek onu karşılarım.

• Bir bela ortaya çıkınca sabır bineğiyle onu karşılarım.

• İbadet anında ise, ihlâs bineğine biner onu öyle karşılarım.

Feridüddîn Attar, Tezkiretü’l-Evliya


Üç Şükür
Şükür üç kısma ayrılır:

• Dil ile şükür: Bu, kulun Allah Tealâ’nın hükmüne boyun eğip teslim olarak, sahip olduğu nimetleri O’nun lütfettiğini bilmesi ve şükretmesidir.

• Beden ve azalar ile şükür: Bu ise, kulun nimeti veren Rabbine karşı vefakâr olup, O’nun yolunda hizmet ve O’na kulluk etmesidir.

• Kalp ile şükür: Bu da, nimeti verene karşı hürmet ve edebi muhafaza ederek, kalbini sürekli nimeti vereni müşahedeye bağlamaktır.

Kuşeyrî, Risâle

Semerkand Dergisi Mart 2011 Sayısı

8 Ocak 2011 Cumartesi

Bir Kalbe Kaç Sevgi?

Peygamberimiz (a.s.m.) bir gün Hz. Ali'ye sordu:
- Allah'ı sever misin?
- Evet
- Ya beni?
- Evet
- Fatıma'yı?
- Evet
- Hasan ve Hüseyin'i? dedi Peygamberimiz (a.s.m.)
- Severim ey Allah'ın resulü
Peygamberimiz bu defa sordu:
- Ey Ali, bu kadar sevgiyi bir tek kalbe nasıl sığdırıyorsun?
Ali, Peygamber sınavındaki bu soruya cevap bulamadı. Eve gidip durumu eşi Hz. Fatıma'ya anlattı. Hz. Fatıma eşine hayret etmişti. Buna cevap çok kolaydı.
- Git söyle Peygambere, dedi.
Hz. Fatıma öğretmişti eşine sevme şeklini:
- Allah'ı sevmen imanından, aklındandır... Peygamberi sevmen gönlündendir... Beni sevmen nefsindendir... Hasan ve Hüseyin'i sevmen babalığındandır...
Peygamberimiz, Hz. Ali'nin bu cevabını duyduğunda gülümseyerek kaynağa işaret etti:
- Bu meyve peygamberlik ağacından alınmışa benziyor...

Kaynak: Nesil Takvim

Kiminle Arkadaşlık Yapılmaz

Çam Dağı, Barla'da yürümeyle dört-beş saatlik mesafede bir dağdı. Bediüzzaman bir gün hizmetinde bulunan talebelerinden Hüseyin'le bu dağa çıktılar. Yanlarına yiyecek olarak bir ekmek, biraz da katık almışlardı. Dağa çıktıklarında gün yeni aydınlanmıştı. Sabah kahvaltısı yapacaklardı. Bir çam ağacının altına mütevazı sofralarını kurdular. Hüseyin ekmeği aldı, ortadan ikiye böldü. Bir parçası diğerine göre büyük olmuştu. Büyük olan parçayı Bediüzzaman'a uzattı:
- Buyurum Üstad'ım, dedi.
Bediüzzaman ekmeği alırken, dikkatli bir şekilde Hüseyin'e baktı. Hüseyin'in rengi değişti:
- Bir şey mi oldu Üstad'ım? dedi.
- Yok kardeşim, bir şey dikkatimi çekti, dedi. Ekmeğin büyük olan parçasını bana verdin. Bu konuda sana bir düsturu hatırlatayım.
Ve şöyle devam etti:
- Bak kardeşim! Birisi seninle bir dilim ekmek paylaşırsa, yahut bir elmayı bölüşürse, eğer yarıdan fazlasını kendisine alırsa, o kişiyle sakın arkadaşlık yapma.

Kaynak: Nesil Takvim

Kısasın En Güzeli ve Meleklerin Yardımı

Kısasın En Güzeli
Ensar'dan bir adam, konuştuğu zaman insanları güldürürdü. Peygamber (a.s.m), bir defasında onun bedenine çubukla vurmuştu. Adam, "Ey Allah'ın Resulü! Senden kısas hakkımı almamam izin ver!" dedi.
"Buyur, o halde hakkını al!"
"Ancak, o zaman benim bedenim açıktı, senin ki ise kapalı" deyince, Allah Resulü, gömleğini çıkardı.
Adam, onu hemen kucaklayıp, bedenini öptü ve "Zaten maksadım bu idi, ey Allah'ın Resulü'" dedi.

Meleklerin Yardımı

İbni Abbas (r.a.) anlatıyor:
Bana Ömer b. Hattab (r.a.) anlatmıştı, demişti ki:
"Bedir günü gelince Resulullah(a.s.m.) müşriklere baktı, bin kişi; ashabına baktı, üç yüz on dokuz kişi! Hemen kıbleye dönüp ellerini kaldırdı, kollarını uzattı. Rabb'ine sesli olarak dua etmeye başladı:
- Allah'ım! Bana vaat ettiğini yerine getir. Allah'ım bana zafer ver. Allah'ım, Müslümanların bu bir avuç ordusunu helak edersen, yeryüzünde sana ibadet edecek kalmaz.
Ellerini öylesine gererek Rabb'ine dua etmiştir ki, ridası omuzlarından kayıp yere düştü. Hz. Ebu Bekir onu alıp tekrar omuzlarına koydu. Sonra arkasından yanına yaklaşıp:
- Ey Allah'ın Nebisi! Artık Rabbine olan yakarışın yeter. O sana olan vaadini elbette yerine getirecektir, dedi. Tam o sırada Allah Teala şu vahyi indirdi:

"Hani siz Rabb'inizden imdat istiyordunuz da, o 'Muhakkak ki, meleklerden birbiri ardınca bin tanesi ile size imdat edeceğim' diyerek duanızı kabul buyurmuştu." (Enfal Suresi, 9. ayet)

Ve o gün Allah, gerçekten meleklerle yardımını göndermişti. Bedir Savaşı kazanılmıştı.


Kaynak: Nesil Takvim

2 Ocak 2011 Pazar

Zalimin Tabağında Gelen Yemek

Zünnun-i Mısri'yi hapsetmişlerdi. Günlerce aç kalmıştı. Zor ve sıkıntılı günlerdi. İmtihan şiddetliydi fakat Zünnun-i Mısri'den hiç şikayet duyulmamıştı. Tam da tersine şükür ve teslimiyet halinden hiçbir şey kaybetmemişti. Bir gin Allah dostu bir kadın onun çektiği sıkıntıları duyunca, yüreği bu zulma dayanamadı ve iplik parası ile hazırladığı yemekten Allah için gönderdi. Fakat Zünnun-i Mısri günlerce aç kalmasına rağmen yemeği yemedi ve hatta dokunmadı da. Kadın bu durumdan haberdar olup, işitince üzüldü.
- Helal para ile yaptığımı biliyorsun, niçin yemedin? diye haber gönderince Zünnun-i Mısri bu ihlaslı ve vafalı muameleyi cevapsız bırakamadı.
- Evet yemek helaldi. Fakat zalimin tabağı içinde getirdiler, buyurdu.
yemeği zindancıların tabağında getirmişlerdi. Onlar musibete uğrayıp günlerce hapsedilseler bile yine de zalime karşı hiç taviz vermiyorlardı. Ya biz?..

Kaynak: Nesil Takvim

Allah Yolunda Olan Baba

Peygamberimiz (a.s.m.) ve dostları bir gün, güçlü kuvvetli sağlığı yerinde bir adam gördüler. Peygamberimizin dostlarının dikkatini çekti adamın gücü, kuvveti... Dostlarından bazıları dediler ki:
- Ya Resulallah! Keşke şu adam Allah yolunda çalışıyor olsaydı. Gücünü kuvvetini bakileştirseydi. Belki bu güç ve kuvvetle Allah yolunda ne hizmetler yapabilirdi.
Hikmet peygamberinin, dostlarına cevabı şu oldu:
- Eğer bu adam küçük çocuğu için çalışıyorsa Allah yolundadır. Anne babası için çalışıyorsa Allah yolundadır. Nefsinin iffetini korumak için çalışıyorsa Allah yolundadır. Ehli için çalışmak için yola çıkmışsa Allah yolundadır. Ancak övünmek için çıkmışsa şeytan yolundadır.

Peygamberimizin Allah yolunda olma düşüncesi de farklıydı. Peygamberimiz için çocuğu için çalışmak, Allah yolunda olmak demekti. O, çocukları için çalışan babaları, takdir eden bir babaydı (a.s.m.)...

Kaynak: Nesil Takvim

Başka Dua Bilmez Misin?

Bir şahıs, Harem-i Şerîfin kapısında, Ey doğrulara yardım eden, haramlardan kaçınanları koruyan Allâhım!.. diyerek hep aynı duâyı okuyordu. Ona, Sen başka duâ bilmez misin? dediler. O şöyle açıkladı, bu duâyı tekrar etme sebebini:

Ben Beyt-i Şerîfi tavâf ederken ayağıma takılan bir şeyi eğilip aldım. Bir de baktım ki, içinde bin altın bulunan bir kese. Şeytanımla îmânım mücâdeleye tutuştular. Bin altın çok para, senin bütün ihtiyaçlarını karşılar dedi şeytanım. Îmânım ise, Bu haramdır, boşuna saklama; sahibini bul, teslim et! dedi. Ben böyle mücâdele içinde iken, birinin sesi duyuldu:

Burada, içinde bin altınım bulunan kesem kaybolmuştur. Kim buldu ise getirsin, ona otuz altın müjde vereyim!

Bin haramdan otuz helâl hayırlıdır, diyerek keseyi sahibine teslim ettim. O da bana otuz altın verdi. Bunu alıp bakırcılar çarşısında gezerken, bir Arap kölenin bu paraya satıldığını görünce, hemen satın aldım. Bir müddet sonra bu kölenin yanına bir kısım Araplar gelip gizlice konuşmaya başladılar. Köleden ne konuştuklarını sordum. Saklamayıp aynen anlattı:

Ben Mağrip sultânının oğluyum. Babam, Habeş melikiyle cenk edip savaşı kaybetti. Beni de esir alıp buralarda sattılar. Babam bunları göndermiş, elli bin altın da vermiş ki, beni satın alıp götürsünler. Sen bana çok iyilik ettin, kendi evlâdın gibi baktın. Bundan dolayı memnun kaldım. Bunlar beni satın alacaklar; sakın az altına râzı olma, elli bin altına sat beni.

Dediği gibi oldu. Elli bin altına sattım köleyi. Bu kadar büyük sermaye ile bir kısım mallar alıp Bağdata gittim. Orada açtığım dükkânda mallarımı satıyordum. Bir tanıdığım gelip, Meşhur bir tüccar dostum vefât etti, ay gibi güzel kızcağızı yalnız kaldı. Gel bunu sana alalım dedi. Ben de kabul ettim. Kızın, çehiz olarak getirdiği birtakım tabakların üzerinde içi altın dolu keseler vardı. Hepsinin üzerinde de biner altın yazılı iken, birinde dokuz yüz yetmiş altın yazılı idi. Bunun sebebini sorduğumda kızcağız dediki:

Babam bu keseyi Harem-i Şerifte kaybetmiş. Bulan bir helâlzâde keseyi iâde edince, otuz altını ona müjde olarak vermiş, ondan geriye kalanlardır bu kesedeki altınlar.

Bunun üzerine ben Allâha hamd ve şükürlerde bulundum; bunlar hep doğruluğun, iyiliğin bereketi, diyerek hâdiseyi kızcağıza anlattım. Sürur ve saâdetimiz daha da perçinlenmiş oldu!.. (Nevâdir-i Süheylî, Sayfa: 280-81)

Evet, enteresan bir hâdise. Doğruluk ve dürüstlüğün neticesini göstermesi bakımından verdiği mesaj oldukça mühim. Kaldı ki bu, sadece dünyadaki semeresi. Âhiretteki karşılığı ise, ebedî bir saâdet. Rabbimiz cümlemizi, îmânımızın sesine kulak vererek sadâkat ve istikametten ayırmasın. Âmîn...

Kaynak: Fazilet Takvimi, 2001

Eyüp Sultan'ın Türbesi Nasıl Bulundu?

Fatih Sultan Mehmet, hocası Akşemseddin'e ricada bulunarak Sahabeden Ebu Eyyub el-Ensari olarak bilinen Halid b. Zeyd'in kabrinin bulunması için mana alemine dalmasını, rüyaya yatmasını istedi. Akşemseddin Hz.leri bir rüya gördü. Rüyasında Ebu Eyyub el-Ensari'yi gördü ve kendisine şu müjdeyi verdi:

" Allah'a şükrediyorum ki artık Rumların bu topraklarda hakimiyeti kalmadı. Pek yakında İslam ordusu galip gelecek ve muzaffer olacak; beni yattığım bu kabirde kafir ayakları altında çiğnenmekten kurtaracak."

Daha sonra Ebu Eyyub el-Ensari Hz.leri Akşemseddin'e kabrinin bulunduğu yeri tarif etti. Akşemseddin gitti, rüyasını Fatih Sultan Mehmet'e anlattı. Fatih, "Efendimiz bu hususta bir delil gösterebilir misiniz?" deyince, Akşemseddin: "Evet, Sultan, Hazret-i Halid'in başucunda İbranice yazılı bir taş olsa gerekir..."

Rüyada görülen yer kazıldı ve hiç bozulmamış bir kabir bulundu. Kabrin başucunda mermer üzerinde İbranice yazılmış bir yazı vardı. Askerler arasında İbranice bilen birisi bulunup okutturuldu. Böylece Hz. Ebu Eyyub'un türbesi asırlardır Müslümanlar tarafından ziyaret edilmektedir.

Kaynak: Nesil Takvim

Emir Sultan'ı Bursa'ya Götüren Davet

Emir Sultan Hz.leri hayatını Medine'de geçirmeyi ve mezarının Efendimize (a.s.m.) yakın olmasını istiyordu. Bir gece rüyasında Peygamberimizi gördü, yanında Hz. Ali (r.a.) de vardı. Huzurunda diz çökerek oturdu. Hz. Ali kendisine hitaben şöyle buyurdu: "Ey oğlum! Sana Hak tarafından ceddin Muhammed'in (a.s.m.) adabını, sünnetini takva yoluyla Müslümanlara göstermen için Rumeli'ne gitmen (Anadolu'nun o günkü adıydı) işaret olundu. Senin önünde ilerleyen üç kandil belirecek. O kandiller nerede gözden kaybolursa orada kalacaksın ve kabrin de orada olacak."

Emir Sultan Hz.leri uyandı. Mahzun ve heyecanlı bir halde, "Takdir-i İlahi böyleymiş" diyerek kadere boyun eğdi. Anadolu'ya gitmek üzere yola çıktı. Rüyada gördüğü üç kandil Buhara'dan Bursa'ya gelinceye kadar kendisine kılavuzluk yaptı. Şimdiki türbesinin bulunduğu yerde kandiller kayboldu. Bursa'ya yerleşti, hizmetini ve himmetini burada seferber etti. Ömrü tamam olunca da Bursa'ya defnedildi.

Kaynak: Nesil Takvim

Resulullah'ın Gözlerinden Yaşlar Boşandı

Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor:
Bir gece Resulullah'ın (a.s.m.) yanına gitmekte gecikmiştim. Sonradan vardım. "Neredeydin?" buyurdu. "Ashabından birinin Kur'an okuyuşunu dinlemeye daldım. O kadar güzel sesle okuyuşu hiç kimsede görmedim" dedim. Bunun üzerine Efendimiz (a.s.m.) kalktı, ben de onunla birlikte kalktım. Gidip onu dinledikten sonra bana döndü: "Bu, Salim Mevla Ebu Huzeyfe'dir. Ümmetim içerisinde böylelerini var eden Allah'a hamd olsun" buyurdular.

İbni Mes'ud ise şöyle bit hadise rivayet eder:
Bir gün Resulullah (a.s.m.) "Bana Kur'an oku!" dedi. Ben hayretle, "Ya Resulallah! Kur'an sana indirildiği halde, ben sana nasıl Kur'an okurum?" dedim. "Ben onu başkasından dinlemekten hoşlanırım" buyurdu. Bunun üzerine Nisa Suresi'ni okumaya başladım. "Ner ümmete bir şahit getirdiğimiz ve ey Muhammed seni de bunlar üzerine şahit kıldığımız zaman, bunların hali ne olacak?" ayeti gelince, "Yeter" dedi. Sustum ve dönüp Resulullah'a (a.s.m.) baktım. Bir de ne göreyim. Gözlerinden yaşlar boşanıyordu.

Kaynak: Nesil Takvim

Putları Yıkan Sahabe

Cerir, soylu birisiydi. Zü'l-Halasa denen ve içinde put olan evin yıkılma görevini Resulullah ona vermişti. 150 atlının başında bu görevi yapıp geldiğinde Resulullah kendisine dua ve iltifatta bulunmuştu.

Rivayete göre Cerir daha huzura gelmeden önce, onun geleceğini ashabına haber veren Resulullah, "Yanınıza hayırlı bir zat gelecek. Yüzünde melek meshinin izi vardır." buyurdu.

Medine'ye yaklaştığında halk yanına yaklaşıp yüzüne dikkatlice bakmaya başlayınca, "Yoksa Resulullah benim geleceğimi mi söyledi?" dedi.

Ashabıyla otururken gelen Cerir, boş bir yer bulamayınca kapı eşiğine çömeldi. Peygamberimiz sırtından hırkasını çıkararak Cerir'e atıp üzerinde oturmasını istedi. Cerir:
"Sizin hırkanıza oturmak kim, ben kim?" diyerek alıp hırkayı öptü ve ağlamaya başladı. Bunun üzerine Resulullah sağa sola bakıp ona yer verilmesini işaret etti ve "Size bir kavmin büyüğü gelince ona hürmet edin" buyurdu.

Cerir kendisi anlatıyor:
"Müslüman olduğum günden beri Resulullah beni huzuruna girmekten hiç men etmedi. Beni görüp de yüzüme karşı tebessüm etmediğini hiç bilmiyorum."

 
Kaynak: Nesil Takvim