Hayat Dersi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hayat Dersi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2011 Pazar

Semerci Ölünce Sevinen Eşekler



Köyün yaşlı semercisi Bekir Usta ölmüştü. Tüm eşekler köy meydanında toplandılar, tepinmeye, oynamaya başladılar. Yaşlı, hasta bir eşek duvar dibinde düşünüyordu. Ona geldiler:
- Haberin yok herhalde, semercimiz öldü, dediler.
- Ne olmuş öldüyse?
- Artık sırtımız yara bere olmayacak, özgür olacağız!
- Nasıl bir özgürlükmüş bu?
- Semerci olmayınca artık sırtımıza semer yapılmayacak, kırda bayırda istediğimiz gibi dolaşacağız...
Yaşlı eşek gülmüş:
- Şaşarım aklınıza, demiş. bugün sevinçle tepineceğinize, aslında yas tutmalısınız. Bekir Usta iyi kötü sırtımızın ölçüsünü biliyor, bizi rahatsız etmeyecek semerler yapmaya çalışıyordu.Yarın bir acemi semerci getirirler, sırtınız yaradan kurtulmaz. iyisi mi, siz semerciden değil, eşeklikten kurtulmanın yolunu arayın. Eşek kaldıkça, sırtınıza bir semer yapan bulunur.

Kaynak: Nesil

İyi Yöneticiye Sahip Olmanın Yolu

Günlerden bir gün, Fatih Sultan Mehmed, İstanbul esnafını dolaşmaya çıkar. Sıradan bir Osmanlı gibi bir bakkala dalar. Maksadı tartıda hile yapılıp yapılmadığını yerinde tesbit etmektir. Bir sürü şey ısmarlar.Bakkal istenenlerin ancak yarısı kadarını verir. Padişah merak içinde sorar:
- Bütün ısmarladıklarımı neden vermiyorsun.
Bakkal, başını iki yana sallayarak şu cevabı verir:
- Bugünlük evlad-übiyalimin nafakasını temin ettim. Diğerlerini komşu bakkaldan alınız. O da nasiplensin. Az önce siftah etmediğini söylüyordu.
Gözleri yaşaran padişah, yandaki bakkala girer. Birkaç şey aldıktan sonra, ondan da benzer sözler işitir:
- Efendi, birazda komşu bakkaldan alınız. O da çoluk çocuk besliyor. Benden aldıklarınız bugünlük bana yeter.
Ve padişah bu anlayışta insanların hükümdarı olduğu için Allah'a şükür ede ede sarayına döner. Elbette bu milletin ordusu da kendisi gibi olacak ve "mutlu asker" diye anılacaktı. Elbette böyle bir milletin yüreğine kriz falan uğramayacaktı. Unutmayalım ki "iyi yönetici"ye sahip olmanın yolu, iyi yönetilmeyi hak etmektir.

Kaynak: Nesil

7 Temmuz 2011 Perşembe

Her Şeye Zamanında Karar Vermek



Kasabanın birinde, güzeller güzeli bir kız yaşarmış. Bütün erkekler, onunla evlenmek ister, fakat o hiçbirini beğenmezmiş. Yine, onun reddettiği gençlerden biri, unutmak için başka şehre yerleşmiş.

Yıllar sonra kasabaya uğradığında, kimseyi beğenmeyen bu kız kimle evlenmiş acaba diye merak etmiş ve birilerine sorup, kızın evlendiği kişinin evini bulmuş ve kızın evinin önünde beklemeye başlamış. Biraz sonra içerden oldukça çirkin, göbekli bir adam çıkmış. Genç adam, böyle birini görünce çok şaşırmış.

Kapıyı çalmış ve yıllar önce evlenmek istediği o kıza sormuş;

- “Senin gibi kimseyi beğenmeyen bir kız, nasıl olurda böyle biriyle evlenir?”

Kız hüzünlenmiş ve demiş ki;

- “Şu gördüğün gül bahçesine gir ve bana en güzel gülü koparıp getir, fakat kesinlikle geçtiğin yere geri dönme.”

Genç adam, en güzel gülü getirmek için bahçeye girmiş. Karşısına çok güzel bir gül çıkmış, fakat mutlaka daha iyisi vardır diye, ilerlemeye devam etmiş. Karşısına çok güzel güller çıkıyor, fakat o, en iyisini bulmak amacıyla ilerlemeye devam ediyormuş. Birde bakmış ki, bahçenin sonuna gelmiş ve orada sadece solmuş bir gül kalmış. Geri dönemeyeceği için de, mecburen o solmuş gülü götürmüş kıza.

Kız genç adama bakmış ve demiş ki,

- “İşte benim hikâyemde böyleydi”.

Kaynak: Hayatı sev

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Kurşun Kalem


 
 
Çocuk, büyükbabasının mektup yazışını izliyordu. Birden sordu: Bizim başımızdan geçen bir olayı mı yazıyorsun ? Benimle ilgili bir hikâye olma ihtimali var mı ?

Büyükbaba yazmayı kesti, gülümsedi ve torununa şöyle dedi : Doğru, senin hakkında yazıyorum. Ama kullandığım kurşun kalem yazdığım kelimelerden çok daha önemli. Umarım büyüdüğü...nde bu kalemi sen de seversin.

Çocuk kaleme merakla baktı ama özel bir şey göremedi. İyi ama bu kalem benim hayatımda gördüğüm diğer kalemlerden hiç farklı değil ki..! Bu tamamen nesnelere nasıl baktığınla ilgili. Bu kalemin beş önemli özelliği var ve sen de bu özellikleri kendinde benimseyebilirsen hep dünyayla barışık bir insan olursun.

Birinci özellik : Harika şeyler yapabilirsin ama attığın adımları yönlendiren bir el olduğunu asla unutma. Bizim için bu el ALLAH'dır ve her zaman kendi kudretiyle bizi o yönlendirir.

İkinci özellik: Zaman zaman her ne yazıyorsam durmam ve kalemimin ucunu açmam gerekir. Bu kaleme biraz acı çektirse de sonuçta daha sivri olmasını sağlar. Bu yüzden bazı acılara göğüs germeyi öğrenmelisin, bu acılar seni daha iyi bir insan yapar.

Üçüncü özellik: Kurşun kalem, yanlış bir şey yazdığında bunu bir silgiyle silmene her zaman olanak tanır. Yaptığımız bir şeyi sonradan düzeltmenin kötü bir şey olmadığını anlamalısın, aksine bu bizi adalet yolunda tutmaya yarayan en önemli şeylerden biridir.

Dördüncü özellik: Kurşun kalemin en önemli kısmı, kalemin yapıldığı ahşabın ya da dışarıya yansıyan şekli değil, içerisinde yer alan kurşunudur. O yüzden her zaman kendi içine bakmalı, en çok onu korumalısın.

Beşinci ve son özelliği ise her zaman bir iz bırakmasıdır. Aynı şekilde sen de hayatta yaptığın her şeyin bir iz bırakacağını bilmeli ve her hareketinin farkında olmalısın...!

Paulo Coelho

25 Haziran 2011 Cumartesi

Sevgi Kaşıkları


Bir gün sormuşlar ermişlerden birine:
- Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?
- Bakın göstereyim, demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da, derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. Ermiş:
- Bu kaşıkların ucundan tutup şöyle yiyeceksiniz, diye bir de şart koşmuş. 
- Peki, demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlarmış ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine:
- Şimdi, demiş ermiş. Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. 
Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. 
- Buyurun, deyince her biri uzun boylu kaşıkları çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan. 
- İşte, demiş ermiş. Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz şunu da unutmayın; hayat pazarında alan değik veren kazançlıdır her zaman.


Yıl 1910


Fransızlar yeni buluşları olan uçağı tanıtmak için çeşitli uluslardan katılımcıları davet ederler. Herkes böyle bir icadın gerçekleşmiş olması nedeniyle şaşkın ve meraklıdır.

Dönemin Osmanlı heyetine de katılımcı için haber gönderilir. Heyet, icatlara oldukça meraklı olan Ali Rıza Paşa'yı gönderelim, o meraklıdır der. Ve herhal saraya çağırılır. Kendisine Fransızların buluşundan bahsedilir ve Osmanlı'yı temsilen gitmesi istenir. Ali Rıza Paşa, "Bunu biz yapmalıydık" der ve içinden hayıflanır. Yalnız derler paşaya davet 2 kişilik, yanına bir kişi daha al onu da sen belirle. Ali Rıza Paşa, biraz düşünmüş ve bir delikanlı var onu götüreyim demiş.

Ali Rıza Paşa ve delikanlı Paris'in yolunu tutmuşlar. Paris'te otele yerleşmişler. Ve buluşun gösterileceği yerde kalabalık meydan ve pist herkes merakla bekliyor. Derken pilot hazırlıklarını yapıyor. Bir tane mont giyiyor, bir de gözlük takıyor. Uçak havalanıyor. Parendeler, taklalar, manevralar müthiş bir gösteri. Piste iniyor. Pilot, alkışlar arasında iniyor uçaktan. Herkes kıskanç ama şaşkın.

Pilot, bir yetkili, bir gönüllü istiyor. Pilotun arkasında ona eşlik edebilecek cesareti olan biri. Bizim delikanlı atılıyor. Ben ben... Tamam, deniyor ve delikanlıya gözlük ve mont veriliyor. Delikanlı, montu giyiyor, gözlüğü takıyor. Kalabalıktan sıyrılmak üzere iken Ali Rıza Paşa kolundan tutuyor: "Boşver, sen binme, bırak başkası binsin" diyor. "Neden" diye soruyor delikanlı. "Birşey mi hissettiniz?" "Yok, sen yine de binme evlat" diyor paşa. derken başkası biniyor uçağa. Uçak havalanıyor.

Delikanlı tepkili Paşa'ya. Parendeler, manevralar derken uçak alev topuna dönüyor ve piste çakılıyor ikili. Delikanlı Paşa'ya bakıyor hayretler içinde. Paşa mağrur ve mutlu bir insanı kurtardığı için. Ama bir başkası için, kurtardığı bir insan değildi. Bir ulustu...

Çünkü delikanlı Mustafa Kemal Atatürk'tü...

Hazırlayan: Sunay Akın

Dert Ağacı


Eski çiftlik evini restore etmek için tuttuğum marangoz, işteki ilk gününü zorlukla tamamlamıştı. Arabasının patlayan lastiği onun işe bir saat geç gelmesine neden olmuş, elektrikli testeresi iflas etmiş ve şimdi de eski püskü pikabı çalışmayı reddetmişti. Onu evine götürürken yanımda adeta bir taş gibi oturuyordu.

Evine ulaştığımızda beni, ailesiyle tanıştırmak için davet etti. Eve doğru yürürken küçük bir ağacın önünde kısa bir süre durdu, dalların uçlarına her iki eliyle dokundu.

Kapı açıldığında, adam şaşırtıcı bir şekilde değişti. Yanık yüzü tebessümle kaplandı, iki küçük çocuğunu kucakladı ve eşine kocaman bir öpücük verdi. Daha sonra beni arabaya yolcu etmeye geldiğinde; ağacın yanından geçerken merakım daha da arttı ve ona eve giderken gördüğüm olayı sordum:

- O, benim dert ağacım, dedi. Elimde olmadan işimde bazı sorunlar çıkıyor, ama şundan eminim ki o sorunlar evime, eşime ve çocuklarıma ait değil. Bunun için bu sorunları her akşam eve giderken o ağaca asıyorum. Sabahları tekrar onları oradan alıyorum. Ama komik olan ne biliyor musun? Ertesi sabah onları almaya gittiğimde, astığım kadar çok olmadıklarını görüyorum.

Üzüntüyle geçen her dakikanızın, mutluluğunuzdan çalınmış 60 saniye olduğunu hiç unutmayın...

Emerson

8 Ocak 2011 Cumartesi

Karınca ve Aslan...

Küçük bir Karınca her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı…
Çok çalışır… Çok üretir... Ve bunları keyif içinde yapardı.

Patronu Aslan, Karınca’nın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı. Bir gün karı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi. Eğer Karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı.

Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği’ni işe aldı. Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece Karınca’nın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı. Bu nedenle hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için Örümcek’i işe aldı.


Aslan, gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceği’nin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve karlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi. Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti.

Hamamböceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu. Artık artan ekipmanlar için de artık bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti. Bu işleri idare etmek için Sinek’i işe aldı.

Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan Karınca bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı. Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiyordu.

 
Aslan, Karınca’nın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyütmek üzere bir üstyöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü. Ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü Ağustosböceği’ni işe aldı.
 
Kendi rahatına ve keyfine düşkün Ağustosböceği’nin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu. Tabi ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Bunun üzerine eski işyerindeki yardımcısını işe aldı.

Karınca’nın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekana dönüşmüştü. Ağustosböceği, patronu Aslan’ı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti.

 
Bunu üzerine, Karınca’nın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren Aslan, üretimin ve karlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü farketti. Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir Danışman olan Baykuş’u sorunu çözmesi için işe aldı.

Baykuş, Karınca’nın departmanında 3 ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı.


Raporun sonucu şuydu: “Departmanda aşırı istihdam vardı”.

Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi. Ve, elbette, ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan Karınca’yı işten çıkardı...

...alıntıdır...

7 Aralık 2010 Salı

Köle Ayaz

Bir zamanlar Ayaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle bir gün Sultan Mahmud'un kölesi olmuş. Sultan, köleyi taşıdığı asil karakteri sebebiyle çok sevmiş. Derken Sultan'ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün sultanlığın haznedarı tayin edilmiş ve en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş. Bu gelişmeyi gören saraylılar ise durumundan pek rahatsız olmuşlar. Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler.

Bu duygular içinde, özellikle Sultan yakınlarındayken ondan gün geçtikçe daha çok şikayet etmeye başlamışlar ve asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar.

Bir gün Sultan'ın huzurunda bir saraylının diğerine şöyle dediği duyulmuş: "Köle Ayaz'ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim." Sultan kulaklarına inanamamış. İşin aslını kendi gözlerimle görmeliyim demiş. Duvara küçük bir delik yaptırıp, içeride olanları seyretmeye hazırlanmış. Kölenin sessizce içeri girdiğini, kapıyı kapattığını ve sandığa gittğini görmüş.

Orada sakladığı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş, alnına koymuş ve sonra da açmış. İçinden çıkan köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise! Aynanın karşısına geçmiş. Kendi kendine;

 "Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun?" diye sormuş. "Bir hiçtin sen... Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah, Sultan'ın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lutfetti. Asla nereden geldiğini unutma! Çünkü mal mülk insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara sürükler. Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla Ayaz, hatırla!"

Sandığı kapatmış, kilitlemiş ve sesizce kapıya doğru yürümüş. Hazine dairesinden çıkarken birden Sultan'la yüz yüze gelmiş. Sultan gözlerini Ayaz'ın yüzüne dikmiş dururken, yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş.

Ve Sultan Mahmud: "Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedarıydın, ama şimdi kalbimin hazinedarısın. Bana benim de önünde bir hiç olduğum kendi Sultan'ımın huzurunda nasıl davranmam gerektiği dersini verdin" demiş.

...Alıntıdır...

Niye Ben?


Efsane Wimbledon tenis oyuncusu Arthur Ashe AIDS'den ölmekteydi. Dünyanın her köşesindeki hayranlarından mektuplar yağmaktaydı. Bunlardan bir tanesi şöyle soruyordu:

"Neden Tanrı böylesine kötü bir hastalık için seni seçti?"

Arthur Ashe buna şu cevabı verdi:

"Tüm dünyada 50 milyon çocuk tenis oynamaya başlar,
5 milyon tenis oynamayı öğrenir,
5000.000 profesyonel tenisi öğrenir,
50.000 yarışmalara girer,
5000 büyük turnuvalara erişir,
50'si Wimbledon'a kadar gelir,
4'ü yarı finale,
2'si finale kalır.
Elimde şampiyonluk kupasını tutarken Allah'a "Neden ben?" diye hiç sormadım.
Ve bugün sancı çekerken, Allah'a "Niye ben?" mi demeliyim?
Mutluluk insanı tatlı yapar,
Zorluklar güçlü yapar,
Hüzün ise insan yapar,
Yenilgi mütevazı yapar,
Başarı insanı ışıldatır,
Ama yalnız Allah yolumuza devam etmemizi sağlar. Allah'a asla "Niye ben?" diye sormayın. Ne olacaksa olacak. O'nun kendine has usulleri vardır. Herşey kendi iyiliği için olur. İnancınızı koruyun."


...Alıntıdır...

Kelebek



Bir gün, bir kozada küçük bir delik açıldı ve bir adam bedenini bu küçücük delikten çıkarmaya çalışan kelebeği saatlerce seyretti. Sonra, kelebek sanki dah fazla ilerlemek istiyormuş gibi durdu. Sanki ilerleyebileceği kadar ilerlemişti ve artık daha fazla ilerleyemiyordu. Ve adam, kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Eline bir makas aldı ve kozayı keserek deliği büyüttü. Kelebek kolayca dışarı çıktı. Fakat bedeni kocaman ve kanatları kuru ve buruşuktu.

Adam, kelebeği izlemeye devam etti. Çünkü zamanla kanatlarının büyüyüp bedenini taşıyabilecek kadar genişleyeceğini umut ediyordu. Fakat bu olmadı! Gerçekte, kelebek ömrünün geri kalanını o kocaman bedeni ve kuru, buruşuk kanatları ile etrafta sürünerek geçirdi. Uçmayı hiç başaramadı.

Adamın bu aceleci iyiliği içinde anlayamadığı, bu kısıtlayıcı kozanın ve kelebeğin o küçücük delikten dışarı çıkmak için verdiği mücadelenin, kelebek için gerekli olduğuydu. Çünkü bu, Allah'ın yaşam sıvısının kelebeğin bedeninden kanatlarına doğru akmasını sağlamak için bulduğu yoldu, böylece kelebek kozadan kurtulduğu anda uçmaya hazır olabilecekti.

Bazen mücadeleler, hayatımızda tam olarak gerek duyduğumuz şeylerdir. Eğer Allah, hayatımıza hiçbir engelle karşılaşmadan devam etmemize izin verseydi sakat kalırdık. Şimdi ve daha sonra olabileceğimiz kadar güçlü olmazdık. Asla uçamazdık.

Güç istedim... Ve Allah, beni güçlü yapmak için karşıma zorluklar çıkardı.
Bilgelik istedim... Ve Allah, bana çözmek için sorunlar verdi.
Zenginlik istedim... Ve Allah, çalışmak için bana beyin ve güçlü kaslar verdi.
Cesaret istedim... Ve Allah, üstesinden gelmem için bana tehlike verdi.
Sevgi istedim... Ve Allah, yardım etmem için sorunlu insanlar verdi.
İyilik istedim... Ve Allah, bana fırsatlar verdi.

İstediğim hiçbir şeyi elde edemedim. İhtiyacım olan herşeyi elde ettim...

..Alıntıdır...